Çarşamba, Ocak 17, 2007

DENGİ DENGİNE

En zoru insanlarla uğraşmaktı herhalde. Bir yanda yapılması gereken işler, bir yanda bunu yapacak insanlar. Bu ikisini uygun bir kombinasyonda bir araya getirmek ve bu süreç sırasında da bunu yapacak kişilerin olabildiği kadar mutlu olmasını sağlayacak bir düzende çalıştırabilmek. İşi bu, kendisi bir tasarım şirketinin üst düzey yöneticisi. Oldukça yoğun bir iş hayatı var ve evli. Bir oğlu var ortaokulda okuyan. Kimseden telefon bağlanmasını istemediği derecede yoğun olduğu günlerde bile ona istediği an ulaşabilecek tek kişi, tek söyleyeceği şey ”akşam eve gelirken çikolata alabilir misin” olsa bile. Eşi de arar her gün, kısa konuşurlar ama hiç tartışmalarına şahit olmadı sekreteri. Genelde mutlu ve huzurlu bir insan görüntüsü çiziyor ama coşkulu değil sanki, bir durgunluk bir küskünlük var gönlünün derinliklerinde. Akşamları bazan spora gider işten çıkıp, hafta sonları sinemaya giderler eşi ve çocuğuyla. Güzel bir fotoğraf karesi sergiliyorlar adeta.

“Hiçbir şey göründüğü gibi değildir” cümlesi hayatı anlatan en güzel cümlelerden biri herhalde. Onun hayatı için de geçerliydi bu, en azından bir süredir. Bundan üç sene kadar öncesinde eşinden ayrılmanın kenarına kadar gelmiş, ancak tekrar herşeyi sıfırlayarak ve unutarak yeni bir başlangıç yapmaya karar vermişti. Topu topu iki sene kadar sürdü bu istek, şu an geldiği nokta daha bunaltıcı. Sanki kardeşi gibi eşi. Hatta bazan çok bunaltıcı olmasına rağmen kardeş oldukları için kardeş kalmak zorunda olduğu biri gibi. Bunu anladı, anladığı bir şey daha var; bu durumu düzeltici bir faktör yok. Dergilerde çıkan kardeş gibi değil sevgili gibi olmak için yapılması gereken 10 madde ona uymuyor. Biliyor bunların sadece kendini kandırmak, sorunu ötelemek olduğunu. Artık sadece o mutlu olduğunu sanıyor diye bu ilişkiyi sürdürmek istemiyor. O da kendisi de mutlu olsun, unuttuğu duyguları yaşasın istiyor. Akşam eve dönerken arabada bir yandan bunları düşünüyor, bir yandan oğlunun siparişlerini unutmamak için listeyi kafasında sıralayıp duruyor. Oğlu da büyüdü artık, 14 yaşında ve onunla konuşursa kendisini anlayabileceğini biliyor. Hepsi tamam da konuyu eşine nasıl açacak, bir önceki sefer nasıl üzüldüğünü hatırlıyor da, nasıl zor günlerdi. Ama bunları aşmak zorundalar. Evet bu gece sonuçlanmalı bu mesele.

- seninle konuşmak istediğim şeyler var, belki farkındasın sen de
- yoo farkında değilim canım, ne oldu, iş yerinde canını sıkan bir şeyler mi var
- düşünüyorum da ilişkimizde hiçbir zaman sorun yokmuş gibi davranırsın, yine aynı şeyi yapıyorsun. Yıllardır kendini nasıl böyle kandırabiliyorsun, inanılır gibi değil
- ne kandırması, ne sorunu, sen neden bahsediyorsun, çok mutlu değil miyiz biz
- yine aynı sözler, biz mutlu falan değiliz, birbirimizle kavga etmiyor oluşumuz, bağırıp çağırmamak mutluluk mu demek, ben zaten kolay kolay kimseyle kavga eden biri değilim ki, bunu nasıl veri olarak alabilirsin anlamıyorum

Konuya bir şekilde girmek rahatlatmıştı biraz, şimdi sıra nasıl devam edeceğindeydi. Onu kırmak üzmek istemiyordu, tam devamı için uygun cümleler bulmaya çalışırken kapının zili çalındı. Oğlu koşarak girdi içeriye “yaşasın dayım geldi”.

Sabahı zor etti, hep birlikte kahvaltı yaptılar. Oğlunu okula gönderip, apar topar evden çıktılar, akşama görüşürüz dilekleriyle birbirini uğurladılar.

İş yerine geldi, herkese günaydın diyerek odasına doğru yürümeye başladı. Gençlerle çok iyi anlaşırdı, kendine hep yakın bulur, zevklerine, sohbetlerine yakınlık hissederdi. Onlar da severlerdi ama pek yanaşamazlardı rahatça, ne de olsa yöneticileriydi. Ama içlerinde biri vardı ki sevimliliği, canlılığı, yaşının çok üzerinde entelektüel birikimiyle çok sevdiği ve saygı duyduğu biri, onda bu çekingenlik yoktu. Ara sıra müzik CD leri, film DVD leri getirir, toplantı bitimlerinde bazan odadan hemen çıkmaz kitaplar üzerine sohbet açardı. Bu kadarcık kısa bir yaşama nasıl doldurmuştu bunca bilgi ve zevki. Müzik, sinema ve edebiyat konusunda öyle birikimi vardı ki, her konuşmasında ondan yeni bir şey öğrenirdi. Onun sayesinde farklı merak ve ilgi alanları oluşmaya başlamıştı. O sabah biraz dalgın ve üzgün odaya girdikten hemen sonra odanın kapısı çalındı. Oydu gelen, hatırladı, yapacakları yeni proje için konuşacaklardı bu saatte. İş görüşmeleri sonuçlanınca tam odadan çıkacağı sırada son dönemde yaşadıklarını onunla konuşmak istedi. Kendisini anlayacağına, anlamaktan da öte fikir verip yardımcı olacağına inanıyordu. Öğlen yemeğini birlikte yemeğe karar verdiler.

Konuşmaktan yemeğine dokunmadığını fark etti, oturduklarından beri anlatıyordu. Tüm hissettiklerini, düşüncelerini olanca çıplaklığıyla anlattı ona, kendisini yargılamayacağını bilmenin verdiği güvenle. Güvenini boşa çıkarmadı, tüm sevimliliğini hiç yitirmeden sonuna kadar dinledi onu. Komiklikler yapıp ortamı neşelendirdi. Kendisinin mülakatını yaptığı günü hatırlatıp güldürdü bol bol. Daha o gün farklı olduğunu anlamıştı. İşe başladıktan sonra da hem güvenilir ve çalışkan bir eleman, hem de arkadaşı olmaya başlamıştı. Arkadaşlıklarının ilk tescillendiği andı sanki şu an, karşılıklı bir güven anlaşması imzalanmıştı bu yemekle aralarında. Daha konuşacak çok şey vardı ancak öğlen saati dolmuş, işe dönüş vakti gelmişti. Hafta sonu daha rahat konuşmak için buluşmak üzere sözleştiler.

Dün gece kaldığı yerden devam etmesi gerekiyor, artık durduramaz bu gidişi. Ona baktı fark ettirmemeye çalışarak. Çok üzgün görünüyor, sanki dün gece hiç uyumamış gibi. Uyuyamayınca hemen gözlerinin altı kararır, oradan anlar uykusuzluğunu.
- hayatta hiç üzmek istemeyeceğim kişilerdensin, ama seni üzmek zorundayım. Aslında şu an bunu kendim için yapıyor gibi görünsem de senin için de çok iyi olacak
- saçma !!!!
- hem ben seni artık bir kardeş gibi seviyorum, farkında değil misin sana yakın olmak istemiyorum hiç.

Nasıl bu kadar acımasız konuşabildiğine şaşıyor bir yandan da devam ediyordu konuşmaya. Konuştukça beyni ile yüreği arasındaki yol gittikçe kapanıyor, sadece ne söylenmesi gerekiyorsa bir an önce onları söylemeye çalışıyordu. Şunu biliyordu ki o üzülmesin diye söylemediği şeyler durumu daha anlaşılmaz bırakıyordu. O halde duygusallığa kapılmadan ne söylenmesi gerekiyorsa söylenmeliydi her şey. Artık kimse onu durduramazdı, biriken her şey dökülmeye başlamıştı içinden, anlatıyor susmuyordu. Araya girmesine fırsat vermiyordu, sesini duyunca bu cesaretini kaybedecek söylemek istediği şeyler içinde kalacak korkusuyla. Bir ara bakışları karşılaştı, o an kendine gelir gibi oldu. Yüzünün sırılsıklam olduğunu bir yandan deli gibi ağlayıp bir yandan deli gibi konuştuğunu fark etti. O an istediği şeylerin tümü birbiri ile çelişiyordu. Hem içindeki her şeyi olanca doğruluğuyla söylemek istiyor, hem de bundan onun üzülmemesini istiyordu. Öyle de bir sonucu olmalıydı ki bu konuşmanın, o da kendisiyle aynı noktaya gelmeliydi. Ama olmuyordu, aynı sonuca ulaşamıyorlardı.

Aradan geçen haftalar boyunca sürekli gündemde olan konu buydu. Geceleri evde, öğle saatlerinde iş yerinde. Sonunda ayrılmaya karar verdiler. Ve eşi bir sabah evden ayrıldı.

Ertesi gün yıllar sonra özgür olduğu ilk gündü. İşe giderken her zaman geçtiği yolun kenarında çok güzel ve büyük bir ağaç dikkatini çekti. Ne güzel renkleri olduğunu yeni fark etti. Havalar da yavaş yavaş ısınma alıştırmaları içindeydi, güneş bugün pırıl pırıldı, yoksa dünde mi böyleydi. Hatırlayamadı. İşe gitti. Aslında hem keyifliydi, hem de duyduğu keyiften dolayı hissettiği suçluluk duygusu içini kemiriyordu. Allahtan o gün önemli konular yoktu, biraz daha rahat bir gün olacaktı. Odasının kapısı vuruldu. Açıldığında neden o kadar sevindiğine bir türlü anlam veremedi. Ama o an kendini çok genç, adeta bir genç kız gibi hissediverdi. Ona baktı, Baran’a. O da hiç bu kadar yakışıklı görünmemişti gözüne, ne kadar genç ve hayat doluydu. Ne vardı sanki üniversitede karşısına çıkabilseydi, ta yıllar önce. Şu an herşey daha farklı olur muydu? Birden kendisini toparladı, neler düşünmeye başlamıştı birden, çok saçma şeyler. Ama karşısında yetişkin ve yakışıklı bir erkek duruyordu. Bunu tüm yemek sohbetleri sırasınca, hafta sonları saatlerce dertleşirken nasıl görmediğini bir türlü anlayamıyordu. Dikkatini çekecek bir şey mi yaptığını düşündü, yüzünü inceledi, bir değişiklik yoktu, her şeyi saç, sakal aynıydı. O zaman farklı görmeye başlayan kendisi miydi? Bir gün sohbet ederken konu gelmişti yaş meselesine, doğum tarihini söylemişti de kafasından hemen bir hesap yapıp kendisinden 14 yaş küçük olduğunu hesaplamıştı. Bunu hatırlayınca yeniden saçmaladığının farkına vardı ve eski havasına döndü.

Öğlen yemek yerken gelip masasına oturunca Baran, ona Oktay’ın evden ayrıldığını, ilişkilerini bitirdiğini söyledi bir çırpıda. Söyledikten sonra daha bir rahatlamış buldu kendini. Ona mı öyle geliyor, yoksa Baran mı daha farklı bakıyordu gözlerine. Yoksa hep mi öyle bakmıştı zaten.

- bugün anlamıştım zaten bir farklılık olduğunu, Oktay’ın gidişiymiş demek.
- sende de farklılık var bugün, her zamankinden farklısın sanki
- bende bir farklılık yok Zehra hanım, ben hep böyleydim zaten

yemekten sonra odasına yürürken 14 yaşı hatırlatıp çeki düzen verdi kendine. Sekreterine baktı, gülümseyerek kendini izliyordu

- bugün ışıl ışılsınız Zehra hanım. Merdivenlerden koşarak inişiniz çok hoşumuza gitti, arkadaşlarla sizi izlemekten keyif aldık. Yaşınızı hiç göstermiyorsunuz

İltifatlar karşısında kızarırdı hemen, utanıp teşekkür etti, odasına girince keyifle çevresinde döndü. Yaşıyla ilgili bu iltifatları duymaya alışkındı, ama nedense bugün çok önemsedi bunu, çantasından aynayı çıkartıp baktı. Ne kadar genç gösteriyordu acaba, 5 , 10, keşke 14 olsa. Aslında Baran da yaşından biraz fazla gösterdiğine göre 14 olması şart değil. Hem çok isterse daha genç görünmeyi tıpta bir sürü uygulamalar yapıyorlar bunun için, çaresiz değil. Kendine geldi birden. Eskiden küçümsediği konuların hesabını yaparken buldu kendisini. Oktay’dan ayrıldığı için bunalıma girip girmediğinden şüphelendi. Ama kararını çabuk verdi, bunalımda değildi, tam tersine bir mutluluk patlaması yaşıyor, enerjisi fazla geliyordu. Tüm günü yerinde duramaz şekilde geçirdi.
Akşam çıkarken Baran geldi yanına. Aslında fark etti kendisini beklediğini.

- çok açım, bir şeyler yemeye gidelim mi?
Eskisine göre farklı baktığını hissetti yine, utandı biraz, ama adeta vazgeçerse telaşıyla hemen cevap verdi.
- olur gidelim, ben de çok açım.

Oktay’la da sık sık dışarı çıkarlardı, yemeğe falan giderlerdi. Ama bugün yaptığı herşey yıllardır özlediği bir tatta geliyordu ona. Sanki daha farklı bir şey vardı yaptıklarında. Yemeği yerken yaptıkları sohbet miydi her şeyi değiştiren, Baran’ın gelecekle ilgili idealleri mi yoksa bazan açık, bazan kapalı ona karşı hayranlığını iletme biçimi miydi?

Ertesi sabah çok erken Baran’ın evinden dönerken, yaşadıklarını sorguluyordu. Hem suçlu, hem mutlu hissediyordu kendini. Oktay bu denli mutsuzken, mutlu olmak acımasızlık gibi geliyordu. Ama artık durduramazdı hiçbir şeyi. Durdurmak gibi bir isteği de yoktu zaten.

Bir gün görmeseler birbirlerini özlüyorlardı, yaptıkları herşey sanki sihirli bir değnek değmişçesine güzelleşiveriyordu. Yürüyüş bile, birlikte film izlemek, birlikte diyet yapmak, konuşmak bile. Bu güzel günlere 1 hafta ara vereceklerdi, Baran’ın annesi geliyordu. Tanışmak istemedi onunla, Baran’da tanıştırmadı. Sanki yargılayıcı bakışlarıyla bu büyüyü bozacak, herşey tatsızlaşacak diye düşündü. Ondan duyabileceği şeylerin haklılık payı ise daha çok korkutuyordu onu. Bu düşüncelerle daha birşey olmadan onu tanımadan kızmaya başladı, kimi zamanda ona hak vermeye. 1 hafta boyunca görüşemediler Baran ile, sonrasında ise mutsuz, durgun ve üzüntüden dibe vurmuş bir Baran vardı.

Kopmak için büyük bir uğraş, büyük bir çaba içerisine girdiler. Bu günlerde ayrılıktan daha çok canını yakan şey, bunca çabaya rağmen birbirinden kopamayacak denli güçlü duygularından vazgeçmek durumunda kalmalarıydı.
Neler neler yaşandı, ne acılar çekildi, ne mektuplar yazıldı, ne sözler edildi. Bir erkeğin sevdiğinde ulaşabileceği en yalın halini görmüştü onda, şimdi de acı çekerken izlediği bir erkek vardı karşısında, sevdiği erkek.

Tam 6 sene geçti üstünden, Baran’ın bir sevgilisi var birlikte yaşadığı. Hemen hemen aynı yaştalar, belki bir iki yaş küçük kendisinden, yani kendisine uygun bir sevgili. Dengi dengine. Birbirlerini seviyorlar. Ama ne zaman içkinin dozunu kaçırıp sarhoş olsa, her nedense hemen Zehra’yı arıyor. Beş dakikalığına bir sohbet için bile olsa. Zehra ise gözlerinde hüzün, dalgın uzaklara bakarken onu dinliyor.

Meltem Kılıççı