Salı, Eylül 28, 2004

RENK YUMAĞI

Yıllar önce ilkokul yıllarımdan en çok hatırladığım; okulun kapısında bizleri bekleyen, öğretmenlerimizin ısrarla bizleri kendilerinden uzak tuttukları sokak satıcılarıydı. Çıtır çıtır simitler,buharları tüten haşlanmış mısır ya da hafifçe kömür kokmaya başlayan patlamış püsküller, çekilişle içinden ne çıkacağını bilmediğiniz sürpriz kutucuklar ve renkli macunlar. Bu sonuncusu bir başkaydı. Sanki büyülü bir renk yumağıydı. Tabii ki satıcısı da büyücüydü. Hepimizi en çok çeken, cazibesiyle göz kamaştırıcı o tezgah nedense aynı zamanda en ürkütücüydü. Bilmediğimiz birşeyler vardı sanki; yeşil, pembe, mavi, turuncu, kırmızı, çektikçe uzayan uçurtma çıtasına bulanan macunlar. Macuncu bağırırdı "Hadi çingene dudağından,gül pembesinden,cam göbeği mavisi,portakal ezmesi..." Bütün bu tanımlamalar o bilinmezliği yumuşatırdı. O öyle deyince sanki içinde ne olduğu hakkındaki kararsızlığımız ortadan kalkıyordu. Yavaşça tezgaha yaklaşıp alçak sesle biraz da çekinerek ne istediğimizi söylerdik. Oysa o böyle durumlarda tam tersine; yüksek sesle "Al bakalım ufaklık, dudakları bitiriyorsun, gülleri topluyorsun" gibisinden şeyler söyleyerek diğer çocukların ilgisini oraya çeker ve macun alan çocuğu utandırırdı. Elimizde çubuklarla sınıfın yolunu tutarken hızlı hızlı da bitirmeye çalışırdık. Sınıfta ders başladıktan sonra da cam kenarında oturanlar ders boyunca arada bir dışarıya bakarak macuncunun ne yaptığına göz atarlardı. O, gün boyunca beklerdi. Teneffüslerin büyülü satıcısı olarak kafamıza yeri kazınmıştı.

Bir gün ilk teneffüste onu göremedik. Simitçi ile mısırcının arası boştu. Akşama kadar her teneffüs, önce sınıfın penceresinden dışarı bakmakla sonra da okulun çevresinde dolanmakla geçti. O akşam karar vermiştik. Macuncu hastaydı. İkinci gün, üçüncü gün, sonraki ve sonraki. Bir hafta sonra kararımız değişmişti. Çok ağır hasta olduğunu düşünmeye başlamıştık.

Aradan bir ay geçmişti. Ve çoğunluğumuz arasında macuncunun öldüğü, macun yaparken zehirlendiği, büyülerinin içinde çarpıldığı söylentileri yayılmaya başlamıştı. Bir ay ve bir ay daha. Artık yokluğuna alışmıştık. Çocukluk işte; havaların soğumasıyla önceden mısırcı olan kestaneci amca da yeni ilgi odaklarımızdan biri olmuştu.

Bir gün derslerden birinin ortasında pencere kenarında oturan arkadaşlardan biri benden yana döndü. Yüzü kıpkırmızıydı. Fısıltıyla "geldi, geri geldi" dedi. Bu fısıltılaşma pencere kenarında oturanlardan sınıfın içlerine doğru yavaş yavaş uğultu olarak yayılmaya başladı. Teneffüsü zor getirdik. Bütün sınıf biranda bahçe parmaklığının kenarına; macuncunun karşısına biraz merak biraz tereddütle ve tabii ki azıcık da uzağında durarak dikildik. Karşılıklı bakışıyorduk. Küçüklüğümüzden olsa gerek; o bir çift göz karşısındaki otuz çift gözden çok daha güçlü bakıyordu. Kurnazca gülümsedi. Başını öne eğerek "size yeni sürprizlerim var, gelin bakın; ayışıklıyı görün." Çingene dudağıyla gül pembesinin ortasında kapağı açılınca ışıltılı gibi görünen yaldızlı gri rengindeki macundu bu yeni ayışığı.

"Onu ay parçalarından yaptım,sizlere aydan ince bir dilim kestim; o yüzden yoktum. Hadi alın bir deneyin,seveceksiniz." Ürkek hareketlerle macuncuya yaklaşıp,kimimiz birer çubuk ayışıklıdan almıştık. Hiç bilmediğimiz büyülü bir tat gibiydi. Gri yaldızlı, parıltılı ışıltılı bir karışım. Ve ilk kez o gün macuncu günü bitirmeden ayrıldı. En son olarak, onun bana baktığını sandığım gözlerindeki parıltıyı ve muzip gülümsemeyle göz kırptığını yakalamıştım.

O akşam eve gittikten sonra gece geç saatlere kadar ayın çıkmasını beklemiştim. Artık uykumun dayanılmaz derecede bedenimi ele geçirmeye başladığı anlarda, gökyüzünün yavaş yavaş parlak bir ışıltıyla kaplandığını hissedince ayın bulutların arkasından çıkmaya çalıştığını farketmiştim. Ve ay ortaya çıktığında… İşte, o hayatım boyunca unutamayacağım bütün bedenimin ürperdiği ve yıllarca beni etkisi altına alacak inanılmaz görüntü ortaya çıkmıştı. Ay yüzeyinde ince pasta dilimi şeklinde bir parça yoktu. Ertesi gün gözlerimi hastanede açtığımda çevremdeki insanların özellikle annemin ve babamın korku, ilgi, biraz da gözlerimi açtığımdan ve "ne oldu?" diye sormamdan kaynaklanan sevinçleriyle karşılaşmıştım.

O gün akşama doğru eve getirildiğimde, radyo ve televizyonda bir gece önceki; gelişmiş ülkelerin uzay istasyonlarının ortaklaşa yaptıkları ay yüzeyine dünyadan ışın aktarımı ve şekiller elde edilmesinin başarısı ve yankıları anlatılıyordu. Saatlerce izlemiş, dinlemiştim. Evde kimseye macuncudan, ayışıklıdna bahsedemedim. Hastaneden gelmemin etkisiyle “bak çocuğun ilgisini çekecek birşey bulduk, aman bugünlük de seyretsin hoşgörüsüyle kalakalmıştım televizyonun karşısında. Hep düşünmüştüm acaba macuncunun yüzü de bu şekillere dahil mi diye. Bir daha macuncu okula gelmedi, göremedik onun yeni rengarenk macunlarını.

Bugün aradan yirmiiki yıl geçti. Şu an evimizin penceresinden sokağı seyrediyorum. Eşim ve iki çocuğum uykudalar. Yıllardır her dolunayda olduğu gibi yine ay ve ben başbaşayız, sokağı aydınlatan ışık içinden gecenin karartıları geçmekte. Sabaha hazırlanıyorum, haftabaşı hem de okullar tatilden geri dönüyor. Bütün bunları anlatmamın ise tek bir nedeni var.

"Çok değişik macunlarım var. Gelin siz de bir tadın. Sarmaşık sokağının köşesindeki dükkanıma gelin. Biraz tarih,biraz macun; ne kaybedeceksiniz ki! Sonra, hiç dinlenmemiş macun öyküleri de burada. Bir kez deneyin, bu tadı hayatınız boyunca unutamayacaksınız."

CEM SARVAN