Pazartesi, Şubat 07, 2005

Eleştirisini bulan öykü

‘Aşık olmak; benimkisi aşk mıydı, sevgi miydi, tutku muydu, bilmiyorum. Yoksa korunma iç güdüsünün bilinç altındaki hafiften dürtüklemesi, ya da yalnızlıkla ilgi varoluş kaygısı mu? Anne baba baskısını da hesaba katmak gerek. Annem ve babam gerçi İstanbul’da doğmamışlar ama burada yetişmişler. Buna rağmen onlar için yirmisini geçmiş kız evde kalmış oluyor. Zavallılar iki kültür arasında sıkışmışlar ve bu yükün altında ezilirken, yoğun bir duygusallıkla beni de eziyorlar. Belki de bu duygu baskısı nedeniyle insan aşık olma zorunluluğunu duyumsuyor. Off, bu aşk kitaplarda yazdığı gibi bir şey değil, çok karışık. Acaba, düşündüklerim herkesin aşkı için geçerli mi, yoksa ben mi meseleyi karmaşık hale sokuyorum?’

Aysel, bir yandan derslerine çalışmak için yoğunlaşmaya uğraşırken, bir taraftan da bunları düşünüyordu. Ailesi, büyük babası zamanında Anadolu’dan İstanbul’a göçmüştü. Dede ticaretle uğraşmış, dükkanı oğluna devretmişti. Zaten babasının başka kardeşi de yoktu. Aynı biçimde Aysel de tek çocuk olarak büyüdü ve sıkça aşırı şefkat zulmünü yaşadı.

Aysel ayağa kalktı, gerindi, hava kararmaya başlamıştı, lambayı yaktı. 22 yaşına gireli bir hafta olmuştu. Büyük mücadeleler sonunda, babasını ikna ederek üniversite sınavlarına girmiş ve kazanmıştı. Ne heyecanlı günlerdi o günler. İşte o günlerde Rıdvan’la tanışmıştı.

Daha ergenliğe bile ulaşmadan kalbini hoplatan bir çok erkek olmuştu. İlkokul öğretmeni, mahalledeki erkek arkadaşlarından birisi, bazen onları ziyaret gelen uzak bir akrabanın oğlu bunlar arasında sayılabilirdi. Ama Rıdvan’dan etkilenmesi bir başka olmuştu.

Biraz derse ara vermeye karar verdi ve o günleri düşünmeye başladı:

‘Bayan eşarbınızı düşürdünüz’

Aysel önce kendisine seslenildiğini fark etmedi, ikaz yinelenince arkasına döndü. Aman Alahım, çok yakışıklı bir çocuk, ona eşarbını düşürdüğünü söylüyordu. Teşekkür ederek aceleyle eşarbını aldı, üzerindeki tozu silkeledi ve hızla uzaklaştı. Delikanlının arkasında ‘ne güzel bir kız, çok etkilendim’ diye düşündüğünü daha sonra öğrenecekti.

Rıdvan bir işçi ailesinin oğluydu. Anadolu’dan göçen babası da dedesi gibi emeğiyle çalışmış, alın teri dökmüş, zaman zaman maddi sıkıntılar yaşamıştı. Oğlunun bu sıkıntıları yaşamasını istemediği için dişini tırnağına takmış, okuması için her türlü maddi ve manevi desteği esirgememişti. Rıdvan da üniversite sınavlarını kazanarak üniversiteye girmişti.

İki üniversite öğrencisinin yazgıları, sıcak ve tozlu bir İstanbul öğleninin üniversite yerleşkesinde ilk kez böyle kesişti. Her ikisi de Anadolu’dan göç eden, ama farklı sınıflara ait olan bu iki gencin farklı ve kısa süreli aşklarını buluşturan ortam üniversite oluyordu.

Alevi kültürüyle yetişmiş, bu kültürün öyküleriyle yoğrulmuş olan Rıdvan, zor yaşam koşulları da katkıda bulununca genç yaşta olgunlaşmıştı. Yaşam omuzlarına ağır bir yük yüklemişti. Okuyup adam olacak, sınıf atlayacaktı.

Aysel’le karşılaştığı gün boyunca o esmer kızı düşünden uzaklaştırmayı başaramadı. Böyle bir saplantıya ilk kez giriyordu. Ders çalışması gerekti çalışamadı, erkek kardeşinin ödevine yardım etmesi gerekti yardım edemedi, evde yemek yerken ne yediğinin bile farkında değildi. Akşam yatağa yattıktan sonra uzunca süre esmer güzeli düşündü. O, kız bir adem kızı değil, bir periydi adeta. Güzelliğin, iyiliğin, yumuşaklığın, hoşluğun kısacası aşkın adresiydi.

Öyküyü sürdürmeden, önce aşka yaklaşım konusunda bir terslik ve aynı zamanda da bir zıtlık olduğunu duyumsadığınızı umarım. Zıtlık için diyeceğim bir şey yok. Zaten kadın ve erkeği birbirine çeken, cinsellik dışında bu zıtlıktır. Aşk, ya da sevgi bu iki zıtlığın birbiriyle buluşmasıyla tamamlanır ve meyvelerini verir. Ama alışılagelmiş olan kalıplarda, duygularıyla hareket eden kadın olurken, erkekte us daha baskındır. Yukarıdaki düşüncelerden anlaşıldığı kadarıyla, bu durumda us ve duygu cinslerde biraz yer değiştirmiş gibi duruyor.

Neyse biz kısa öykümüze geri dönelim. Rıdvan, aynı okulda olmanın yararlarından faydalanarak, ortak arkadaşlar buldu ve en kısa zamanda Aysel’le tanıştı. Şanslıydı, çünkü Aysel de ondan hoşlanmıştı. Hemen yakınlaştılar ve birbirlerine karşı olan aşklarını açıkladılar. Tahmin ettiğiniz gibi, kızı romantik bir ortama götürerek, aşkını ilk açıklayan Rıdvan oldu ve ret edilmedi.

Aysel, Rıdvan’ın daha önce yakından tanıdığı bir elin parmakları sayısındaki yaşıtı kızlardan çok farklıydı. Okuduklarından, arkadaşlarının anlattıklarından da çok farklıydı. Akıllıydı, varlıklıydı, güzeldi. Yine de anlaşılması güçtü. Bazen kedi gibi uysal, bazen kedi gibi hırçındı.

‘Olsun’, diye düşünüyordu Rıdvan, kadınların anlaşılmaz olması doğal, zaten anlaşılır olsalardı, işin gizemi kalmazdı.

Öte yandan Aysel de erkeklerin anlaşılmaz olduğunu düşünürken, bunu gizemden çok yaşamın diyalektiğine bağlıyor ve bunu yaşamın kaçınılmaz bir sonucu olarak kabulleniyordu.

Bütün bu anlattıklarım, hoş zıtlıklar veya aşılması zor olan engeller gibi görülebilir. Karşı cinslerin aşk ilişkilerindeki yokuşları ve inişleri, mutlulukları ve mutsuzlukları, birleşmeleri ve ayrılmaları sağlayan nedenler olarak ortaya çıkabilirler. Ama bu iki genç için fazladan bir yokuş daha vardı: Mezhep ayrılığı. Aysel Alevi değildi.

Aysel bunları kafasına takacak kadar tutucu bir genç değildi, ama aşkın şiddeti azaldıkça, sınıf, kültür, gelenek ve yetişme farkının rüzgarları, pembe bulutları aralıyor, onları yüzlerini çarpan gerçeğin sert yağmuruyla karşılaştırıyordu.

Bu farklılıklar, Rıdvan’ın hiç umurunda değildi. Ya da öyle mi zannediyordu? Ne kadar alttan alsa, uyum sağlamaya çalışsa ve aralarında parlayan uçuruma gözlerini kapatsa da, içindeki sıkıntı gittikçe çoğalıyor ve aşkının etrafına adete sızamayacağı bir duvar örüyordu.

Sonunda beklenen gerçekleşti. Kız, sudan bir kıskançlık bahanesini büyüttü, önce kar topu, sonra kardan adam, yuvarlanan bir kar kütlesi ve sonunda çığ yaptı, aşkları altında boğuldu.

İşte Aysel, o gün, şimdi sönmüş olan aşkıyla bir hesaplaşma yaparken, bunları düşünüyordu. Acaba durduk yerde, herkesin başına gelebilecek olağan durumları dert ederek, büyük bir sevginin ateşi üzerine bir çığ mı yuvarlamıştı? Yoksa, ailelerin de işe karışmasıyla daha da büyüyecek ve iç bunaltacak problemleri, daha büyümeden kökünden kesip mi atmıştı?

Kim bilir? Aşkını yaşamış olsaydı yanıtını bulurdu?

ORHAN TUNCAY