Perşembe, Şubat 03, 2005

Öyküsünü Arayan Eleştiri

Aşk gibi sıradan ve ne kadar yazılsa bitmeyecek bir konu etrafında öykü örmek hem kolay hem de zor. Kuşkusuz öykünün en başarılı yanı Türkçeyi kullanmadaki ustalığı. Aykırı insanların aşkını, iki aykırı insanın aynı aşkı nasıl bu kadar farklı farklı yaşayabileceğini basit ve çarpıcı cümlelerle aktarmış. Hani ustalık bir düzeyi geçince onun ustalık olduğu bile belli olmaz ya. İşte öyle abartısız ve gündelik bir dil kullanılmış. İnsan halleri öyle duru dile getirilmiş ki herkes kendisinden, geçmişinden bir iki çizgi bulabilir.

Rıdvan da, Aysel de, daha bir iki kuşak önce köylerinden kalkıp İstanbul’a gelmişler. Ne şehirli olmuşlar ne de köylü kalmışlar. Bu aşk şehirde değil de köylerinde yaşansaydı ne olurdu diye bir soru takılıyor insanın aklına. Aysel, bugünde yaşıyor, yüzü yarına dönük, güncel, gündelik. Rıdvan, geleneğe ve değerlere daha bağlı, babasından dinlediği Gülbaba Bektaşi Tekkesi öyküleri ile büyümüş. Aysel’in kedi gibi yumuşak ve kedi gibi hırçın hallerini Rıdvan’ın hiç yargılamadan kabulünün kökleri belki de bu kadim öğretide yatıyor. Aysel ve Rıdvan aynı aşkın farklı taraflarına tutkun.

Rıdvan’ın tepkilerindeki alışılmamış zenginlikten olacak, öyküyü bitirdiğimde Anadolu’nun düşünsel zenginliklerine karşı saygılı bir merak duydum. Yazarı kutlarım.

GÜL ERGÜL