Cumartesi, Ekim 22, 2005

ONLAR GÖLGESİNDEYDİ MUMUN

Büyük, silindir bir mumdu. Titrek alevinin duvardaki aydınlığı bir tüneldi
geçmişe uzanan. Onlarsa gölgesindeydi mumun.

Kanepede her an değebilir ama buna asla cesaret edemez bir yakınlıkta oturuyorlardı.
Gözleri sehpanın üzerindeki muma takılı, bu karşılaşmanın büyüsünü bozmaktan
korkarcasına konuşmuyorlar, öylece bakıyorlar, konyaklarını yudumluyorlardı.

Anılar gittikçe belirginleşiyordu. Bazı ayrıntıları nasıl da unutmuştu. Bu tünel bütün
görüntüleri olduğu gibi saklamıştı sanki.

Ne konuşurlardı ki ?.. Gelecekten hiç sözetmezlerdi. Hiç sözler vermemişlerdi.
Çok yollar görmüşçesine farkındaydılar, her yolun bir sonu olduğunun. “ Bunun en
doğrusu” olduğuna inanmışlardı ağlarken ayrılığa.

Her ilk aşkta olduğu gibi sevgileri saftı. Ürkekti dokunuşları, elele dolaşmaları
kaçamaktı. Öyle masumdu ki sevişmeleri…

On iki yıl oldu bu şehre gelmeyeli. Varlığını unutmuşum sanki…Ne iyi denk geldi bu dört günlük seminer.
Trende yanımda oturan adam, “Bu şehirden uzak yaşadığınız nasıl da belli oluyor, renginiz öyle soluk ki!” dedi.
İstasyona indiğimde hava kararmıştı. Merdivenlerde durdum, uzun uzun kokladım şehrimi.
Bir taksiye binip otelin adını verdim, ama farklı, uzun bir yoldan gitmesini
söyledim. O’nun sokağından geçmek istedim. Her sabah okula giderken geçtiğim…O’nun evinin sokağı, odasının baktığı…Pencerede bekler olurdu. Hemen çıkardı, geldiğimi görünce. Şoföre yavaşlamasını söyledim yaklaşınca.


Bir sürü tanımadığım yüksek binanın arasında iki katlı, beyaz boyalı ev, bütün sadakatiyle duruyordu parka karşı. Yüreğim daraldı…Penceresinde soluk bir ışık vardı. Bildiğim bir gücün etkisindeydim artık.
Taksiden indim, evin kapısına gittim, hiç duraksamadan, çaldım zili. Annesi açtı kapıyı şaşkın bir sevinçle. “ Nereden çıktın” demedi. Bu kadar yıldır neler yaptığımı sorguladı ayaküstü. Sonra durdu birden, kendi heyecanından utanırcasına. “ O evde” dedi, “odasında”.
Yavaşça açtım odanın kapısını. Kanepede oturuyordu. Sehpanın üzerinde bir mum… Elinde bildik o anahtarlık - armağanım - . Kapıya baktı, gülümsedi, hiç şaşırmadı, bekler gibiydi. Yanına oturmamı işaret etti.
Hiçbir şey söylemeden oturdum. Yanına… Değmeyecek kadar yakınına…Kolyemi- O’nun armağanı- dışarı çıkardım, kazağımın altından.

Mumun alevi titrekti. Anılar aydınlıkta. Onlarsa gölgesindeydi mumun.
Öylece oturdular, anıların sessiz gölgesinde.
O bozdu sessizliği, “Bir haftadır hep seni düşündüm. Geleceğini biliyordum”.
Elini tuttu. Yıllardır özlediği sıcaklık yayıldı bedenine.

Mum dibe vurmuşken, güneş ışıkları süzülmeye başladı odaya. Yepyeni bir gün
başlıyordu. Yorgun düşmüşlerdi anılardan. Biribirlerine sarıldılar, uyuyakaldılar
güneşin aydınlığında.

Annesi uyandırmaktan ürkerek, üstlerini örttü usulca.





VİLDAN ERTÜRK