Cuma, Mayıs 02, 2008

OTORİNOLARİNGOLOG

Küçükken çocuklara büyüyünce ne olacaksın diye sorarlar. Kimi pilot olacağım der, kimi itfaiyeci, kimi de polis, doktor, hayvan doktoru, baba, anne gibi o anda çocuğun imrendiği, öykündüğü ne varsa onu söyler. Bana sorulduğunda, ben hiç duraksamadan otorinolaringolog dermişim. Dermişim dedim, hemen inanmayın. Ben küçükken böyle bir meslek adı var mıydı, onu bile bilmiyorum doğrusu. Olsaydı da bu kelimeyi nasıl öğrenip nasıl dile getirirdim, onu da hiç bilmiyorum. Üstelik çok küçükken biraz da kekemeydim galiba; sanırım bu kelimeyi bir kez söylemek isteseydim bütün günümü alırdı; bir düşünsenize ben kelimenin yarısına geldiğimde soran amca sorduğuna bin pişman, şunu susturmak için anasına babasına çaktırmadan boğazını mı sıksam diye düşünmeye başlamış. İyi ki otorinolaringolog olmayı düşünmemişim.

Neyse, efendim geçenlerde boynum tutulmuştu ve çok fena ağrıyordu. Tavsiye üzerine bir hastaneye gittim. Beni ilk olarak ortopedi kliniğine gönderdiler. Biraz bekledikten sonra, hiç konuşmayışından ve hayli yorgun görünüşünden nöbetten çıkmış olduğunu sezdiğim orta yaşlı bir doktor boynumu ve sırtımı etraflıca muayene ettikten sonra orada dikilmekte olan, bir insana tüm ağrılarını unutturacak güzellikteki hemşireye dönüp biraz durakladı, öksürerek boğazını temizledi. Biraz düşündü ve yanlış söylememeye dikkat eder bir tavır takınarak, “Bunu bir de otorinolaringolog görsün,” dedi. “Af buyurun?” demişim. Doktor bana şöyle bir baktı ve yüzüne ‘ulan zaten o kelimeyi bin bir zorlukla söyledim, şimdi bir daha tekrar ettirme’ ifadesi takınarak açıklama isteğimin önünü kesti. Ben de mecburen daha fazla soramadım. Doktorun bakışları ürkütücüydü. Hem sırada bekleyen birçok hasta daha vardı.

Boynum tutuk ve bir yöne doğru eğik olduğu için muayene sırasında hep o güzel hemşireden tarafa bakıyordum. Aslında itiraf etmeliyim ki hemşire ters tarafta duruyor olsaydı da kahrolası ağrıyı boş verip kafamı o tarafa çevirirdim. Öylesine güzeldi çünkü. Doktor otorinolaringolog dediğinde güzel gözlerinin içinden şirin bir gülme duygusunun geçtiğini ve kiraz kırmızısı dudaklarını büzüşünden de kıkırdamamak için kendini zor tuttuğunu anladım. Onunla birlikte ‘otorinolaringolog – otorinolaringolog’ deyip deyip katıla katıla gülmek, kahkahalar atmak eminim boynumun ağrısını şıp diye keserdi ama kader işte, ben bana ne yapacağını bile bilmediğim bir otorinolaringologa gönderiliyordum.

Hemşire, “Gelin benimle,” dedi. Gelmez miyim? Boynum çok ağrıyor, elimi de tutsa ya. Tutmadı tabii. Hemşire odasına geçince bana oturmamı söyledi ve hala o yeni açılmış bir gül goncasına benzeyen kiraz rengi tatlı dudaklarının kıyısında dans eden gülümsemesini her teline kurban olunası saçlarının edalı dalgalarıyla gizlemeye çalışarak bir yere telefon etti. Otorinolaringolog dediğini, yarın öğleden sonra dört dediğini duydum yalnızca; diğer konuştuklarını anlamadım. Hemşire gülümsüyordu ama ben korkuyordum. Otorinolaringolog da neyin nesiydi ki? Alt tarafı boynum çok ağrıyordu. Bir otorinolaringolog boynu ağrıyan bir insana ne yapardı ki? Korkunç ağrılarım bir yana, merakım ve korkularım da yüzüme yansımış olmalı ki güzeller güzeli hemşire randevu detaylarını bir kağıda yazıp diğer kağıtlarımla birlikte bana uzatırken kahkahayı koyuverdi, “Korkmayın,” dedi, “Yarın saat dörtte otorinolaringologumuzu da görün, eminim bir şey çıkmayacaktır ve onun vereceği raporu aldıktan sonra sizi yine biz iyileştireceğiz,” diye ekledi. Yani onu yine görecektim. Yaka kartında Şirin Kiraz yazıyordu. Çok şirindi. Ne güzel de otorinolaringolog diyordu…

Hastaneden çıktıktan sonra eve döndüm. Hemen yakın arkadaşım Erdal’ı aradım. Çok bilgilidir. Her şeyi bilir sanırdım. Bunu bilemedi. Dilini döndürüp de söyleyemedi bile garibim. Bir de üstelik benimle dalga geçti, “Sen yanmışsın oğlum,” filan dedi. Kızdım ama ne yaparsınız ki, arkadaş işte. Şu iş hayırlısıyla bir bitsin, ben ona yapacağımı biliyordum. Sonra birkaç arkadaşımı daha aradım. Hiçbiri otorinolaringologun ne olduğunu bilmiyordu. Zaten kelimeyi defalarca tekrar etmek zorunda kaldım. Şehir adlarının ilk harfleriyle kodladım, yine de tam olarak anlamış olduklarından emin olamadım. Geceyi merak ve endişe içinde geçireceğim belli olmuştu. Tamam, herhalde bir tıp dalı idi ama ne yapardı? Bu benim durumumun ciddiyeti konusunda da düşündürücü idi. Aslında tıp dünyasından da bir iki ahbabım yok değil. Hele bir tanesi var ki profesör. Onun konusunun da ilginç bir adı var. Hematopatoloji. Kanla, ilikle, lenflerle ilgili bir şey galiba. Çok meşgul biri olduğu kesin. Yetmiyormuş gibi bir de edebiyatla filan da uğraşıyor. Oğuz Atay’ı filan okuyor, araştırıyor, anlatıyor. Oğuz Atay da çok büyük yazar doğrusu. Araştırmakla bitmez. Ama Profesörü bunca meşguliyeti arasında aramak olmaz. Hem nasıl ulaşacağımı da bilmiyorum. Saat de uygun değil. Öff! İnternete de girip araştırabilirdim ama işe bakın ki elektrikler de kesikti. Boynumun ağrısı daha da artmıştı ve tam bir karanlığa gömülmüştüm. İki ağrı kesici yutup korku ve endişelerimi yatıştırmaya çalışarak uyudum. Kâbus dolu bir gece geçirmiş olmalıyım. Uyandığımda dilim pas içindeydi ve o kelime kafamın içinde dönüp duruyordu. Korku ve endişelerim ise hiç azalmamış, aksine artmıştı. Hemen bilgisayarımı açmalıydım, internete girip bu işi çözmeliydim fakat kahretsin, hala elektrik yoktu. Arkadaşlarımı aramaya koyuldum. Yalnızca birine ulaşabildim. Gülüyordu. “Ulan!” dedi, “benimle dalga mı geçiyorsun?” İnternete girip bakmış; bir sürü başlık varmış; ekşi sözlük mekşi sözlük, video siteleri, sıradan tıklamış; Sırpça bir video sitesinde iki tane ameliyathane giysili adamın o kelimeyi dalga geçer bir hava içinde neşeli kahkahalar atarak söyledikten sonra Viladimir Kovacevic diye seslenince ameliyathaneden çıkan yine ameliyathane giysili genç bir adama o kelimeyi söyletmeye çalışarak eğlendiklerini izlemiş. Eyvah! İşimiz ameliyata mı kaldı? Fakat sonra başka bir sitede yine Sırpça ‘otorinolaringolog’ başlıklı bir yazı görmüş. Paulo Coelho’nun adı geçiyormuş ama o mu yazmış, Coelho’nun yazdığı bir şeyle mi ilgiliymiş, anlamamış. En tuhafı da, ‘Otorinolaringolog Video Channel’ filan gibi adları olan bir iki siteye girmiş ki ne görsün, ‘Hottie Nottie Sexy Cameron Diaz’. Cameron Diaz yarı çıplak, bir şeyler, bir şeyler; ne alaka? Öteki video daha da tuhafmış. Küçük bir kız bilgisayar başında oturan babasına, “Baba ben dünyaya nasıl geldim?” diye soruyor. Adamın kafasında, ama tabii ki ekranda sayısız pornografik görüntüler oluşuyor ve güya böylece kızını yanıtlamış oluyormuş. Biz galiba ayvayı yedik de nasıl, onu bir türlü anlayamadım.

Hastanelere yabancı değilimdir. Muayene olmak veya mal satmak için defalarca girmişliğim vardır. Birkaç kez ameliyat oldum, birkaç kez de refakatçi olarak hastanede yattım. Morgda teşhis bile yaptım. Ancak ne bir otorinolaringolog gördüm ne de bir otorinolaringoloji kliniği. Hem hastanede görev yapan tüm dalların doktorlarının sokaklarda da muayenehane tabelalarını görmez miyiz? Bu yaşa geldim, hiç öyle bir tabela görmedim. Kara kara düşünüyoruz ya al sana düşünce, ‘sokaklarda morg tabelası da olmaz’. Başka ne olmaz? Düşün düşün, morg! Başka? Otorinolaringolog! Galiba durumum çok vahim. Yandım ben.

Anlaşıldı, saat dörde kadar zor bekleyecektim. İşe gitmedim. Evde Şirin hemşireyi düşünerek oyalanmaya, daha çok da korkularımı yenmeye çalıştım. Yine de, ayaklarım beni geri geri götürse de, biraz da belki kaşla göz arasında onu görebilirim düşüncesiyle saat üç buçukta hastaneye geldim. Göremedim tabii. Bir hemşire, “Beni takip edin lütfen,” diyerek beni aldı ve asansöre binip sonra da uzunca bir koridoru geçerek ortopedi kliniğinden hayli uzakta, kapısında kocaman harflerle ‘BAŞ VE BOYUN CERRAHİSİ” yazılı bir bölümün kenarına ilişmiş gibi duran küçük bir bölüme götürdü. Biraz beklemek durumunda kalabilirmişim. Bu ara yalnızca bir tane otorinolaringologları varmış ve o da aniden gereken bir ameliyata girmişmiş; ameliyat erken biterse beklemek durumunda kalmazmışım falan filan dedikten sonra gitti hemşire. Hemşire önümden çekilip de uzaklaşınca bir de ne göreyim, karşı duvarda iki kapı ve ikisinin de üzerinde Dr. falanca filanca isimlerin altında ‘otorinolaringolog’ yazan küçük pirinç plakalar yok mu? Bu gördüklerim, üzerinde otorinolaringolog yazılı ilk tabelalar oluyordu. Artık ne olduğunu öğrenmeme çok az kalmıştı. Doktor ameliyatı çabuk bitirseydi keşke. Fakat doktoru beklememe gerek kalmadı. Oyalanmak için sehpanın üzerindeki dergileri karıştırmaya başladım. Önce kafam karıştı biraz çünkü elime aldığım ilk dergi aktüalite dergisiydi ve kapağında Cameron Diaz’ın açık saçık bir resmi vardı. Bir de Paulo Coelho’ya rastlasam tam olacaktı şaşkınlığım. İster istemez bütün dergileri karıştırdım ve nihayet sonuncusunda aradığımı buldum. Oto kulak, rino burun, laring de boğaz demekmiş. Kulak burun boğazcıya gelmişiz yani. Boynumun ağrısıyla kulağımın ilgisi ne ki? Sağ kulağım bazen fena halde kaşınır, bazen de içten içe bir sızı duyarım ama…

Arkamdaki duvarda yan taraftaki baş ve boyun cerrahisi bölümüne açılan bir kapı varmış meğer. Kapının açıldığını duydum ve içeriden erkek ve kadın gülüşmeleri geldi. Ameliyat bitmiş olsa. Çok geçmeden o kapıdan gülmesini benim yanıma kadar taşıyan yaşlıca bir hemşire geldi. Elindeki kağıda bakıp adımla hitap etti. Heyecanla ayağa kalktım. Elimde tuttuğum içinde filmlerimin ve diğer evrakımın olduğu zarfı aldı. Tam karşımdaki odanın üzerinde otorinolaringolog yazan kapısını açıp içeri girdi ve çıktı. Dostça bir gülümsemeyle odaya geçip soyunarak beklememi söyledi. Doktor bey şimdi gelecek. Soyunmak? Ne kadar soyunacağım? Cameron Diaz’ın resmi burada ne arıyor? “Boynunuz tümüyle açıkta kalacak; gömleğinizi çıkarsanız yeter.” Şirin hemşire Cameron Diaz’dan daha güzel…

Hasta yatağını çevreleyen kumaş paravanın arkasında gömleğimi çıkardım ve oturup beklemeye başladım. Biraz önce oturmakta olduğum bölümden neşeli sesler gelmeye başladı. Tebrikler doktor, müthiştiniz. Kolaydı canım, çocuk oyuncağı. Öyle demeyin ama… Bu çok ağır bir vakaydı; sizin elleriniz çok hünerli… Teşekkür ederim; ha ha ha… Doktorum bu muydu acaba? Çok neşeli biriydi herhalde. Derken neşeli kahkahalar, hemen arkasında neşeli fakat edeplice gelen yaşlı hemşirenin eşliğinde oturduğum odaya girdi. Benim yaşlarımda, kıvırcık saçlı, kendinden çok emin ve güleç yüzlü bir adam. Gülmesini hiç azaltmadan başıyla, biraz da gözlerinin içiyle selam verdi ve sonra masasının üstündeki bir iki öteberiyi kurcalamaya başladı. Haşır huşur seslerden filmlerime baktığını anladım. Hımm. Sessizlik. Hımm. Sessizlik. Bir oh çekmeli miydim? Korkularım hafiflemiş miydi? Eh işte. Doktoruna güveneceksin. Fakat eminim bu adam bir tanışma merasiminde kendini tanıtırken kısaca ben Dr. Bilmemkim demeyip, ben Otorinolaringolog Bilmemkim diyerek kendine eğlenceli mevzular çıkarıyordur. Fakat benimle tanışırken öyle diyecek olsaydı ben de ona, “Memnun oldum efendim ben de Motopinolopingolog Bilmemkim,” deyip yüzünün halini görmeyi çok isterdim doğrusu.

Muayene kısa sürdü. Doktorun yüzünde biraz önceki neşesinden eser kalmamıştı. Fanilanızı da çıkarıp şöyle oturun. Ağzınızı açıp A deyin. A dedim. Ş demek isterdim. Keşke Şirin hemşire de burada olsaydı. Ağzınızdan nefes alın. Burun deliklerimin içine sırayla bir şey soktu. Anlamadığım tuhaf bir şeyler mırıldandı. İki kulağımın içine de uzun uzun baktı. Parmak uçlarını ensemin çeşitli yerlerine bastırarak gezdirdi ve sağ kulağımın tam arkasında karar kıldı. Kulağınızın arkasında bir yumru var. Biliyorum. Bir tek kulağımın arkası kaldı zaten. Tam kulağın arkasında, sizin anlayacağınız dille söylersek alt çene ile üst çenenin birleşme noktasında bir yumru. Kaç yaşındasınız? Elli beş. Ne zamandır var bu yumru? Kendimi bildim bileli var. Kendinizi ne zamandır bilmektesiniz? Dalga mı geçiyor? Ben kendimi her zaman bilirim. Yaa? O zaman boynunuz niye ağrıyor, onu da söyleyin bakayım. Ne bileyim ben. Ağrıyor işte. Güldü. Gördün mü bak, insan öyle her şeyi bilemeyebiliyor. Kendimizle ilgili bilmediğimiz ne çok şey var, bilemezsiniz. Biliyorum, bilmez miyim? Ama size benim çok iyi bildiğim bir şeyi söyleyeyim, önemli bir şeyiniz yok, iyisiniz. Elime düşmediğinize sevinmelisiniz, ha ha ha… Önceki neşesine yeniden kavuşmuştu. Ne iyi bir doktor! Hastasını ameliyat etmek zorunda kalmadığına seviniyor. Sonra Latince bir şeyler mırıldandı, tek kelimesini anlamadım; ‘otorinolaringolojiyi ilgilendiren bir durum yoktur’ dışında. Hemşire hanım raporu hazırlayıp beyefendiyi yeniden ortopediye gönderin. Hemşire hanım beni Şirin hemşireye gönderin; boynumun ağrısı hiç geçmese de olur.

D.Kemal Tarim