Salı, Mayıs 24, 2005

KAYBEDİŞ

Sabah içimde bir sıkıntıyla uyandım. Anneler günü. Herhalde gelir. Büyük ihtimalle gelir. Gelmese daha mı iyi? Hayır, gelmese de üzülürüm. Gelecek. ‘O artık yetişkin bir insan, kendi sorunları kendini ilgilendirir, ona ulaşmaya, yardımcı olmaya çalışman faydasız’ diye telkinlerle zorla dengede tutmaya çalıştığım ruh halim yine alt üst olacak. Kaçınılmaz. Bunu da böyle kabullenmeliyim.

- Bu kadar erken beklemiyordum seni.
- Gece uyuyamadım ki doğru dürüst. Yine migrenim tuttu. Bari kalkıp çıkayım dedim. Kusura bakma ne çiçek var ne hediye. Ne durumda olduğumu bildiğin için, sahtekarlık olur diye düşündüm.
- Ben önem vermem böyle şeylere bilirsin. Masaya gel, çay var, yanında bir şeyler atıştırırız.
- Ooo, kurabiyeler falan. Emeklilik sana yaramış. Kültürel faaliyetlerinden nasıl zaman buluyorsun hayret. Baksana kitaplık yine taşmış. Bari eskileri elden çıkar. Ne çok kitap almışsın yine.
- Benim kitaplarım kıymetlidir. Hiçbirini atamam.
- İyi hoş da, aramızdaki kültürel uçurum giderek açılacak, hiç anlaşamaz olacağız entel anneciğim. Bu ne? Film festivali kitapçığı. Onbeş yirmi filme gitmişsindir sen yine. Biliyor musun ben iki senedir neredeyse hiç sinemaya gitmedim. Ben bulaştırdım bu işlere, ben bıraktım, sen aldın başını gidiyorsun.

Doğru bu. Esra Üniversiteye giderken, her şeye ne kadar hevesliydi, yaşama coşkusuyla nasıl dopdoluydu. Sanki bütün dünyayı kucaklamak isterdi. Festivaller, konserler, geziler, fotoğrafçılık, dağcılık. Üstelik her şeyi mutlaka paylaşmak isterdi. Onunla birlikte önümde yeni ufuklar açılmış, gençleşmiş, arkadaşlarının arasına katılmış gibiydim. Nasıl mutluydu o yıllarda. Hem de bir şeye sardırdı mı tam sardırır, gece gündüz onunla uğraşırdı. Evimizin en şen günleri. Bu kafayla nasıl ders çalışacak, okulu nasıl bitirecek diye hep endişe ederdim. Ama şaşırttı beni, okulu da kolayca, hem de başarıyla bitirdi.

- Geçen pazar aradım seni, evde yoktun.
- Dayın uğradı, birlikte çıktık. Yemek yedik, biraz yürüdük.
- Dertleştiniz yani biraz. Konu da bendim tabii. Hayırsız yeğen, sevgili ablasının baş belası. Oğluyla damadının turistik tesislerinin kazandığı üstün başarıyı da anlattı mı? “Örnek Turizm Girişimi” ödülü almışlar bakanlıktan. Ne güzel iş ya. Binbir katakulli ile devletten teşvikleri kap, ormanı kes, denizi kirlet, sonrada örnek girişimci ödülü al. Devir bunların devri işte. Ne yaparsan yap köşeyi dön. Dönemeyene bir tekme de sen vur.
- Ne olmuş? Kanunsuz bir şey mi yaptılar? Bu kadar ayıplanacak bir şey mi bu?
- Peki peki. Ayıplamıyorum. Belki de kıskanıyorum ne dersin? Ben bir baltaya sap olamadım ya. Keşke o işten çıkmasaydım, değil mi? Patronlara yalakalık yapsaydım, itilip kakılmaya razı olsaydım, dayansaydım değil mi? Üç ay para alamamışım ne çıkar? Aklından bunlar geçiyor biliyorum. Ama herkes aynı değil. Ben bunlara dayanamıyorum işte.
- Dediklerine göre adamlar sıkıntıdaymış, şirket krize girmiş. Şimdi düzeltmişler durumu. Dayansaydın belki iyi olurdu. Ama senin içine tam sinmemişti ki. Hep ‘reklamcılığın özü etik değil’ dersin ya. Galiba ondan önceki işin sana daha uygundu, hani o dergiyi diyorum.
- O kıytırık dergi çoktan kapandı. Beni muhabir diye aldılar, sekreterlik yaptırdılar. Çay servisi bile yaptım. Başka bir devirde yaşıyoruz Nadire hanım. Öyle senin gibi okulu bitir, öğretmen ol, yirmi sene sonra da aynı okuldan emekli ol devrinde değiliz. İş garantisi, iş tanımı diye bir şey yok artık. Dayım benim halimi görüp daha da mutlu oluyordur Allah bilir. Kendi çocuklarına bakıp beni hep kıskanırlardı onlar, bilirsin.

Bu da doğru sayılır. Esra öyle parlak bir çocuktu ki. Güzel, akıllı, girişken, konuşkan. Ailenin gözdesi, arkadaşların gözdesi. Okulda başarılıydı, istediği üniversiteye hemen girdi. Ama dayısının şimdi onun haline bakıp mutlu olduğu doğru değil. Aslında onu sever, onun için üzülüyor.

- O benim için üzülmez anne, senin için üzülüyor o. Dedemin evi konusunu gene açtı mı? ‘Siz sattırdınız, sizin yüzünüzden satıldı. Annen yaşlılığında muhtaç olursa ne olacak’. Tabii ki hepsi benim suçum. Bir çay daha koyar mısın?
Dün sabahın köründe de bizim Hacı emmi damladı. ‘Kirayı neden ödemiyorsun’. Allah doyursun bunları ya. Dağ başından gelip apartmanda dört daireyi satın almışlar yavaş yavaş. Kendisi, o başı bağlı kızları, gelini, zekası sıfırın altında sevimsiz torunlarıyla bir daireye tıkışmışlar, yemez, içmez, gezmez, ot gibi yaşıyorlar, hala açgözlülükleri bitmiyor. Kirayı üç gün geciktirsem, kıyamet kopuyor.

- Üç gün değil, üç aydır vermiyorsun kirayı. Adam istemesin mi yani, kabahat mi bu? Hem neden aşağılıyorsun insanları, herkesin...

- Herkesin inancı kendine. Herkes istediği gibi yaşar. Bırak bu yavan siyasi doğruculuğu anne. Bu dürüstlük değil, ikiyüzlülük. Tiksinti verici insanlarla dolu dünya, hiç kimse herkesi sevemez.
Geçen gün Orhan’ı gördüm, hayvan gibi bir cipte. Karısı direksiyona kurulmuş. Görgüsüz magandalar. Bok gibi para kazanıyor tabii. O iğrenç dizi var ya, “Unutulmaz Geceler” mi ne, onun senaryosunu yazıyormuş. Sefalet günlerini benimle paylaştı, şimdi karısı ciplerde geziyor. Bizim aşkımızın en hararetli günleri o kalorifersiz bodrum katında geçti. İki elektrikli radyatörle soğuktan donmuştuk. Üç milyar elektrik parası gelmiş sonra, ev sahibi peşimizde epeyce koşmuştu. Allah’tan iş adresim değişmişti de bulamamıştı beni. Şimdi parayla oynuyor, ama bana üç kuruşu çok görüyor.

- Sana üç kuruşu çok mu görüyor? Bu ne demek şimdi? Yoksa Orhan’dan para mı istedin?

- Evet istedim, evet istedim ne var? Gururuna mı dokundu prenses? İki sene ben baktım ona, ben çalışırken o işsiz güçsüzdü, unuttun mu? Bu zor zamanımda bana biraz yardım etse ne olur? Ama hayır dedi. Vermedi yani, üzülme.

Buna inanamıyorum. Bu doğru değil, bu olamaz. Bu benim kızım mı sahiden?

- Ben evi kapatacağım artık anne. Bodrum’a, Nursel’in yanına gideceğim. Biraz kafa dinlemeye, kendime gelmeye ihtiyacım var. Eşyalarımı sana bırakabilir miyim? Zaten fazla bir şey yok. Aklından geçeni sakın söyleme. Buraya gelemem, seninle birlikte oturamam. Bir yolunu bulacağım, kendi başıma başa çıkmam gerek hayatla. Ben artık kalkıyorum. Bana bir yirmi milyon verir misin, taksiye bineyim. Otobüs bekleyemem şimdi.

Pencereden arkasından baktım. Bu gerçekten benim kızım mı? Taksiye binmedi, aşağıya, otobüs durağına doğru yürüdü.

MUAMMER PEHLİVAN