Perşembe, Nisan 07, 2005

HEGEL

Almanya’da küçük bir kasaba, binyediyüzlü yılların sonu. Avrupa karmakarışıktır. Sınırın ötesindeki Fransa en berbatıdır. Paris’den çıkan yeni düşünceler, sınır komşusunda zaten kafaları karışık olan düşünce adamlarının kafalarının daha fazla karışmasına sebep olmuştur.

Stuttgart’ın küçük bir köyünde bir düşünce adamı yetişmektedir. Baba Georg Ludwig HEGEL, günün geçerli mesleği ayakkabıcılık ile iştigal etmektedir. Ayakkabı yapımının yanı sıra boş vakitlerinde “salarım çayıra mevlam kayıra” diyerek çocuk üretimine devam etmektedir. Yedi kardeşin en büyüğü Georg Wilhelm Friedrich’in o kadar çocuk gürültüsü içinde kafayı yediği ve sonucunda deli saçması fikirler ürettiği daha sonraları rakipleri tarafından bolca dile getirilecektir. Hegel çareyi “okuycam” diyip kaçmakta bulur.

Para olmayınca okuması da güç olmuştur. Çareyi, parasız yatılı “İncil Kursuna” yazılmakta ve din okumakta bulur. Eline ne geçerse okuması ve söylediklerini kimsenin anlamaması üzerine çevresindekiler, bir bildiği vardır herhalde biz anlamıyoruz demişler, anlar görünmüşlerdir. Hegel’in meşum kaderi burada başlamıştır, daha sonraki yıllarda filozofum diye ortada salındığı halde Hegel’i ben nasıl anlayamıyorum diye intihar edeni bile tarih yazacaktır.

Din okumakla aradığını bulamayan Hegel, bir Cumartesi günü “babamı görücem” diye kurstan izin alır, o izin alış. Küçük bir köye yerleşir ve başlar kukumav kuşları gibi düşünmeye. “Ağır ol da Molla desinler” hesabı, Hegel’in sürekli düşünmesi arada bir konuşmasına rağmen anlayan olmaması köylü kızlar arasında acayip bir karizma yapmasına sebep olur. Köyün en güzel ama delifişek kızlarından Helga, Hegel’e vurulur, bir an için olsa bile onu düşüncelerinden ayırmayı başararak ayartır ve hamile kalır. Hegel’de kendisini geçindirmeye para yoktur. Çaresiz, kaldığı penceresiz tek göz gecekondu evine Helga’yı da alır. Gel zaman git zaman bir oğulları olur. Düşünceler ile iyice kafayı bozan Hegel sevgilisinin;

- Oğlumuzun adı ne olsun?

Sorusuna

- Ne konuşup duruyorsun be beynimi ...tin .

Demesi üzerine, çocuğun adı Tin olur.

Doğumun üzerinden henüz bir yıl geçmeden, köye peşindeki kitap yüklü katırını çeke çeke bir adam gelir. Köy kahvesinde demli çayını içerek soluklanırken adının Kant olduğunu söyleyen adamın çevresi köylüler tarafından sarılır. Kant’ın konuşmalarından da hiç bir şey anlamayan köylüler, onu Hegel’e götürürler. Köylüleri ve Kant’ı evin az ötesindeki söğütün gölgesinde kitap okumakta olan Hegel karşılar. Kitap yüklü katırı Kant zanneden Hegel, onu içeri buyur eder. Köylülerin araya girmesi ile gerçek anlaşılır, katır apar topar zaten küçük olan tek göz evden çıkarılır, duruma tepki olarak katır, evin ortasına pislemeyi başarır. O hengamede Hegel katırın üzerindeki kitapları indirip köşeye yığar.

Köylüler de çaresiz içeri buyur edilmiştir. Helga’nın demlediği çay ikramı esnasında Hegel, bir elinde çay öbür elinde Aristo’nun Devlet’i bir yandan da ayıp olmasın misali Kant ile sohbet etmektedir. Delifişek Helga, evin loşluğunda köylüler ve Hegel ile sohbet etmekte olan Kant’ı çaktırmadan süzmektedir. Düşünceleri oturmuş olan Kant kendisine olan ilginin daha ilk anda farkına varmıştır.

Tin de mutludur, sürekli konuşan ve kendisini engelleyen annesi misafirlerle ilgilenmektedir ve odanın ortasındaki taze katır pisliği oyun için onu çağırmaktadır. Çamur olarak algıladığı o yığınla oynamaya başlar.

Kısa zamanda Kant ile sohbetten sıkılan köylüler teker teker izin isterler ve kahvelerinde onları bekleyen okey masalarına geri dönerler.

Helga ocakta kaynamakta olan su ile bulaşıkları yıkarken bir gözü de Kant’dadır. Helga, Hegel’i çok sevmiş ama onun varsa yoksa düşünmesinden, genç bir kadını ihmal etmesinden dolayı ondan soğumuştur. Şimdi karşısına çıkan bir diğer filozof, içindeki ateşi alevlendirmiştir. Oğlunun bok içinde olmasına bile aldırmamaktadır.

Hegel, Kant’ın kitaplarına dalmış, hangi birini okuyacağını şaşırmış, bir ona bir buna göz atmaktadır. Kant’ın her an gidebileceğini bildiğinden de hiç huyu olmadığı halde kitapların birkaçını aşırmanın çarelerini düşünmektedir. Ne Helga’nın aşüfteliğinin ne de boka bulanmış Tin’in farkındadır.

Kant; gezgin kitap satıcısıdır. Köy kasaba demeden katırına yüklediği kitapları satmaktadır. Ama satmadan önce bütün kitapları okumaktadır. Böylece çok pahalı olan birçok kitabı okumuş ve kendisine bir düşünür görünümü vermiştir. Neler yoktur ki okuduğu kitaplar arasında; Simya, büyü, eski masal kitapları. Platon’un bilinen ve bilinmeyen tüm diyalogları, büyük düşünürlerden Aristo ve Zihoristo’nun karşılıklı atışmalarının yazılı olduğu diyaloglar. Tevrat’ın 3000 yıllık orjinallerinden biri, eski ahitten çıkarılan mezmurlardan bazıları, ilk İncil kopyaları, hatta şeytani kitap sayılan 323 İznik konsülü öncesi İncil’lerden birkaçı, unutulan kadim din kitapları, daha neler neler.

Kant tüm bilgisine rağmen dünyevi zevklerinden de hiç vazgeçmiş değildir. Eve girer girmez benzer durumlara alışık olduğundan durumu kavramış, Helga’nın ihmal edildiğini anlamıştı. Durumdan yararlanmak için plan yapmaya başlar. Ortada boka bulanmış Tin canını sıkar.

Akşam olmak üzeredir, Evin içinde yeterli aydınlık olmadığından Hegel, eline birkaç kitap alıp dışarıya söğüt gölgesine gider. Trans halinde kitapları okumaya devam eder. Ne Helga, ne Kant ne de alnında şiddetle kaşınan iki bölge umurunda değildir. Hiç okumadığı bir sürü kitap ile o çok mutludur. Aklına bir şey gelir tekrar içeri girer, evin ortasında boka bulanmış Tin’in boyunun kısa kalabileceğine aldırmadan üzerinden atlar, kitap yığınından birkaç kitap daha alıp, gölgeliğe geri döner. Evin en karanlık köşesindeki yatakta bok içinde olmaktan mutlu Tin’in çığlıklarına aldırmadan, Hegel’in boynuzlarının uzaması için var güçleri ile çalışan Kant ve Helga’nın farkına bile varmamıştır.

Ancak Helga ve Kant, Hegel’in farkına varmışlardır. Küçük yerde rahatlıkla postu deldirebileceklerinin de farkındadırlar. Oracıkta karar verirler ve o gece kaçmak üzere anlaşırlar. Tin oyun alanının sınırlarını oynamakta olduğu bokla çizmiştir. Yukarıdan bakıldığında oyun alanı bir dairedir.

Akşam yemeği sonrası ocaktaki ateşin aydınlığında kitap okumaya çalışan Hegel, el ele tutuşarak kaçan yeni sevgililerin farkına bile varmamıştır. Helga, giderken evin ortasında boka bulanmış uyuyakalan oğluna son bir bakış atar, gözlerinden iki damla yaş süzülür.

Kant; yaptığı alışverişten karlı çıkıp çıkmadığı sorgulayıp, katırını kurtardığına şükretmektedir. Biran evvel canını ve sevgilisini tehlikeli sulardan çıkarma telaşı ile zaten okumuş olduğu kitaplarını, değerini bilecek birine bıraktığı için üzülmemeyi tercih eder. Tin bok içindedir, aklından son bu düşünce geçer.

Kokulara ve Tin’in ağlamaları üzerine köylüler 2 gün sonra eve girerler. Evdeki manzara şudur. Hegel, kitapları rasgele karıştırmaktan vazgeçmiş, önce kronolojik sıralama ve okuma listesi yapmıştır. Hâla Kant’ın kitapları alabileceğini sandığından hiç uyumadan okumaktadır.

Tin, sorumluluk dairesinin içinde avaz avaz ağlamaktadır. Köylüler az daha yetişmese Tin açlık ve susuzluktan ölecektir. Kitap okumakta olan Hegel’i kendi haline bırakıp Tin’i Hegel’e hâla yanık olan Köyün Feodal Bey’inin kızına götürürler. Tin kurumuş bok içindedir.

Monica; Bey’in karşılıksız aşk acısına gark olmuş biricik kızıdır. Hegel’i o aşüfte Helga’ya kaybettiğinden beri ince derde düşmüş gibi bir deri bir kemik kalmıştır. Bir anda ellerinde kurumuş bok içindeki Tin ile köylüleri görünce şaşırır, durum anlatılınca eline geçen bu fırsatı kaçırmamak babası ile konuşmaya gider.

Düğün’de nikahı kıyan Papazın elinde İncil, Hegel’İn elinde eski bir Mezmur, Monica’nın elinde Tin olduğu rivayet edilir. Tin temizlenmiştir.
Hegel’in bu evlilikten peş peşe iki oğlu daha olur. Eşi hamile iken Hegel Kant’dan kalan tüm kitapları defalarca okumuştur ve artık Us’u açılmıştır. Bunun için ilk çocuğa Us ismini verir. Eşi ikinci çocuğa hamile iken de uzun doğa yürüyüşlerine çıkarak doğa’da olan bitenle kafayı bozar. Çocuğun adı Doğa olur.

3 erkek çocuğu büyütmekle yükümlü Monica; çocukların kavgalarında bıkar ve çocukların oyun odalarına 3 daire çizer. Her çocuk ne yapacak ise kendi dairesi içinde yapacaktır. Ancak bazı imtiyaz ve istisnalar vardır. Us ve Doğa hem küçük hem de Monica’nın çocuğu olduğundan Tin’in alanına girip istedikleri gibi oynama hakkına sahiptirler. Tin ise kendi alanında oynayacaktır.

Tin; büyümekte olan kardeşlerini idare etmek zorunda olduğundan kendi dairesini üçe böler, birine ancak kendisi sığdığından kardeşleri oraya girememektedir. Kardeşleri, vakitlerini bolca Tin alanında geçirmekte, kendi dairelerinde yapmadıkları pislikleri Tin’e ait büyük dairenin içindeki küçük dairelerinde yapmaktadırlar. Tüm bunlar Tin’in aklının iyice karışmasına sebep olmaktadır.

Hegel; çocuklarının iyi yetişmesini istemekle birlikte, onların özgün gelişmelerine engel olmamak için fikir düzleminde onları etkilememeye özen göstermektedir. Özellikle ortanca oğlan Us’dan çok beklentisi vardır. Onun okuduklarından etkilenmemesi için okuma yazma bile öğretmemiştir. Özgün düşünebilmesi için sadece usuna güvenmesini, usunun ona doğru yolu göstereceğini sürekli öğütlemektedir. Küçük oğlu Doğa’yı ise çıktığı uzun yolculuklarda yanına alıp doğa bilinci aşılar.

Aradan yıllar geçer, Hegel ve Monica yaşlanmışlar, çocuklar evden uzaklaşmış, artık düşüncelerinin anlaşılabileceği Nürberg Üniverstesinden gelen ısrarlı davetleri kırmayarak Rektör olmuştur.

Us; usuna güvenmiş, toprak ağası dedesinin yerini alıp yan gelip yaşamıştır. Us’u sayesinde dünyevi kaygıların üstesinden gelebilmiş, aile içinde en rahat hayata sahip olmuş, diğer kardeşlerine dedesinin mirasından zırnık koklatmamıştır.

Doğa; babası sayesinde tabiat ile iç içe yaşamanın mutluluğunu tatmış, Ağır Sanayi Hamlesine başlayan Almanya’da ilk çevreci hareketleri başlatarak Greenpeace örgütünün temellerini atmıştır.
Tin; Sonunda kafayı yemiş, Almanya’da bir akıl hastanesinde yaşamını sürdürmüş, fikirleri ile da

REFİK KOCABAŞ