Cuma, Mart 25, 2005

Elif

Sedat, Dumanlı sülalesinin büyüğü Mustafa Ağa’nın oğlu, köyün en beğenilen, sevilen delikanlısı tüm cakası ile Reno Steyşın arabasının içinde ortalığı toz bulutu içinde bırakarak yolun sonundaki arkası yamaca dayalı, yörenin en güzel, ikinci katından tüm köyü kuşbakışı gören evlerine doğru gidiyordu. O geçerken genci yaşlısı, kızı kızanı, kimisi kıskançlıkla çoğu beğenerek gören tüm gözler aracın içindeki Sedat’a kilitlenmiş durumda idi. Sedat, seneye askere gidecek ve asker dönüşü evlenecekti. Nerede ise tüm genç kızların gönlünden bugünün yavuklusu, geleceğin kocası olarak Sedat geçiyordu. O ise kimseye gönlünü kaptırmaya niyetli görünmüyor, babasının öğütlerine kulak veriyordu.

Mustafa Ağa oğlunun albenisinin farkında ve üç kızdan sonra tanrının kendisine bahşettiği tek erkek evladı, olmadık birine tutulmasın diye cebinden parayı, kulağından öğüdü eksik etmiyordu. Hayırlısı ile o da oğlunun başını bağlamak istiyordu ama aceleden yana değildi. Asker dönüşü oğlu ile birlikte iki yetişkin gibi konuşarak karar vermek istiyor, bunu da oğluna söyleyip, nahoş bir durum yaratmaması için arada bir öğüt veriyordu.

Köyün gelinlik yaşa gelmiş gönlü birine kaymamış olan bütün genç kızları Sedat’a yanık idi. Birbirleri ile konuşurken dikkatliler, bir gün biri Sedat ile konuşacak olsa yüzünde güller açar, diğer kızlar gizli saklı ağlardı.

Sedat erken saatte tarlada çalıştıracak amele almak üzere köy meydanına traktörü götürdüğünde, genç kızlar Sedat’ın römorkuna binmek için seğirtiyorlar, römork nerede ise genç kızlarla doluyor, Sedat çekingen, kızları indiremiyor, durumu bilen Mustafa Ağa bazı sabahları baskın yapıyor ve kızları indirerek kızlara göre daha çok iş çıkartan erkekleri römorka bindiriyordu.

Mustafa Ağa olsun Sedat olsun, köylü tarafından sevilirlerdi. Gecenin hangi saatinde olsa, biri fenalaşsa, hastanın şehre hastaneye götürülmesi gerektiğinde, herkesin ilk aklına Sedat gelirdi. Sedat, hiç yüksünmez, hastayı yakınları ile birlikte hastaneye bırakır, düşkün biri olması durumunda hastane masraflarını bile öderdi. Sedat’ın bu insancıl yanı yaşlı genç herkeste beğeni uyandırır, genç kızların gönlünü daha çok çelerdi.

Elif de gönlü Sedat’a yanık köylü kızlardan biriydi. Ancak, Sedat’ın kendi dengi olmadığını biliyor, deli gönlünü avutmaya çalışıyor, söz dinletemiyordu. Köyün en fakirlerinden ve tarlası olmayan birkaç aileden biri idiler. Elif’in ailesi geçimlerini küçücük harımlarından sağladıkları sebze, her sabah otlaması için dağa saldıkları iki inekleri ve sattıkları gündelik beden güçleri ile sağlıyorlardı. Baba çalışmaya gitmez, genelde köy erkeklerinin yaptığı gibi her sabah kahveye gider, akşam gündelik işten gelen Elif ve annesinden sonra karanlık çökerken yemek için eve gelir, yemekten sonra tekrar kahveye dönerdi.

Elif ilkokulu bitirdiğinden okuma yazma bilir, eline gazete kitap geçmesi durumunda uzun kış gecelerinde iyi vakit geçirirdi. Para kazanma vakti olan bahar ayları geldiğinde annesi ile ellerinde çıkınları her sabah köy meydanına çıkarlar, artık kimin römorkuna denk gelir ise biner akşama kadar pamuk tarlalarında iki büklüm çalışırlardı. İş olmayan kış aylarında da yazın kazandıkları para ile zar zor geçinirlerdi. Para çoğunlukla babanın içki parası ve kahve harçlığı olarak kullanılırdı. Baba işveren köylüler tarafından haftalık dağıtılan parayı alır, bir kısmını kış için ayırır kalanını içkide veya kumarda harcardı. Aile içinde bu sorun olmazdı. Babaya söz söylemek ne Elif’in ne de annesinin harcı idi.

Ekim ayı, pamuk toplama zamanıdır. Ameleler akşama kadar toplayabildikleri pamuğun kilosu üzerinden para kazandıklarından zaman daha değerlidir, sabah daha erken saatte köy meydanında toplanılır, ancak hava karardıktan sonra köye dönülürdü.

O gün Sedat da erken kalmış, amele almak için köy meydanına römorku yanaştırmış, traktörün üzerinde sabah sigarasını tüttürüyordu. Elif, işe annesi ile beraber gittiğinden ve annesi genç kızların Sedat’a ilgisini bildiğinden genelde başka römorka binerlerdi. O gün ilk dolacak römorka bindiler. Elif durumdan hoşnut, bu sayede bütün gün uzaktan da olsa Sedat’ı görebilecekti.

Zaten römork da hemen dolduğundan yola koyuldular. Yarım saat sonra tarlada, henüz sabah çiği kalkmadan pamuk toplamaya başlamışlardı bile.

Sedat, bir süre bembeyaz açmış pamuk tarlasında amele ile birlikte dolaştı, büyüklerle ve erkeklerle sohbet etti, şakalaştı daha sonra sıkılarak römorkun gölgesinde, boş balyaları altına sererek uyudu.

Elif su içme, toplanan pamukları römorka taşıma gibi bahaneler uydurarak, sık sık oraya gitti, yanından geçerek uyuyan hayalindeki erkeğin yüzüne bakıp içini çekti.

Öğle yemeklerini yedikten sonra annesi biraz kestirmek istedi. Elif, pamuk toplamak için tarladaki sıralarına döndü. Pamukla dolan torbasını daha büyük olan bohçaya boşaltmak yerine, Sedat’ı bir kere daha görebilmek umudu ile römorkun yanına gitti. Toplanan pamuğun ortadaki sergiye boşaltılmasından önce tartılması gerekiyordu. Pamuğu tartan dayıbaşı ortalıkta görünmediğinden, Sedat uzanmakta olduğu yerden kalkarak kantarın asılı olduğu üçayağın yanına geldi ve tartılmak üzere torbayı kaldırmaya çalışan Elif’e yardım etti. İki gencin kararmış, nasırlı ve çatlak elleri torbanın, kantarın kancasına takılırken birbirine dokunması üzerine alev gibi yandı.

İki çift kaçamak göz birbirine baktı, anında kıpkırmızı olarak kantara döndü. Sedat titreyen elleri ile torbayı tarttı ve Elif’in kaç kilo pamuk topladığını yine titrek ve boğuk bir ses ile söyledi.

Elif, o sıcak havada yüzünün kızarıklığını yaşmağı ile örtmeye çalıştı, başı önde pamuk sırasına döndü. Bir gözü de Sedat’ta. Öğle sıcağı olduğundan pek çok kişi yemek sonrası biraz olsun dinlenebilmek için pamuk sıralarının arasında uyuyordu.

Sedat babasının verdiği harçlık ve öğütler sayesinde birçok kadınla beraber olmuştu. Ama bunlar hep kendisi ile para karşılığı beraber olan hayat kadınları idi. Yaşlı bedenleri, kart sesleri bir gencin arzularını söndürmeye yetmiyordu. Köylü kızlar arasında beğenildiğini biliyor, babasının öğütleri yüzünden kızların hiçbiri ile ilgilenmemeye çalışıyordu. Ama genç idi, aşık olmak aşık olduğu kız ile akranları diğer gençlerin yaptığı gibi uzaktan bakışmak, onlara ayna tutmak, mektuplaşmak istiyordu. Askerden sonra babasının ona önerdiği biri ile evlenmeyi çok canı çekmiyor öte yandan babasına karşı da çıkamıyordu.

Köylü kızlar Sedat’ı ideal evlenecek koca olarak gördüğünden sürekli yılışıyorlar, Sedat bu ilgiden şikayet etmiyor, ancak kendini av olarak görenlerin avı olmak da istemiyordu. Elif’i tabi ki tanıyordu. Elif diğer kızlar gibi yılışmaz, başı önünde gezerdi. Ailesinin varlıklı olmadığını biliyordu.

Nasıl oldu ise kantarın kancası torbaya takılırken iki gencin elleri birbirine dokunmuş, sonrasındaki kısa bakışma ve karşılıklı belli belirsiz gülümseme aklını başından almıştı. Elif’in o kadar güzel olduğunu bilmiyordu, bal gözleri, çok güzel bir burnu vardı. Utanınca kıpkırmızı olan yüzü o anda Sedat’ın babasından dinlediği öğütleri unutmasına yetti. Kızla biraz konuşmanın kimseye bir zararı olmayacağını düşündü ve kararını verdi. Kimseye belli etmemeye çalışarak tarlanın kenarındaki sınırları dolaşmaya çıktı. Elif’in yakınındaki sınırdan geçerken ortalığı kolaçan etti son bir kez Elif’e bakıp sınırdaki otların öbür tarafında yere oturdu, gözden kayboldu.

Elif belli etmeden sürekli Sedat’ı gözlüyordu. O tam oturmadan önce kendisine baktığında göz göze geldiler ve Elif’in kalbi yerinden fırlayacakmış gibi atmaya başladı. Sedat’ın kendisini beklediğini biliyor, annesinin uyuduğu o fırsatın bir daha eline geçmeyeceğini düşünüyor, öte yandan o güne kadar öğretilen bütün ayıp ve günahlarla boğuşuyor bir türlü karar veremiyordu. Zaman hızla ilerliyordu, ellerinin birbirine dokunduğu an aklına geldi, ne olursa olsun deyip o da çevreyi şöyle bir kolaçan edip çalışmakta olanların işleri ile ilgilendiği gördü ve oraya doğru seğirtti.

Sedat, yere uzanmıştı, Elif de yanına uzandı. İkisi de bunu planlamadığından, ilk an ne yapacaklarını bilemediler. Köyün yazlık sinemasında aşk filmlerinin öpüşme sahnelerine utanarak bakarlardı. İkisinin aklına da aynı şey geldi, birbirlerine yanaştılar ve acemice öpüşmeye başladılar. Sıcakta bunalmış olan terli bedenleri, o andan sonra ne birbirlerinin ne de kendi ellerine hakim olamadılar.

Duydukları çığlıkla Sedat ayağa fırladığında çırılçıplak ve edep yerini örtmeyi düşünemeyecek kadar şaşkın idi. Aynı şekilde yerde çırılçıplak yatan Elif, yanlarına savrulmuş kanlı kıyafetlerinin arkasına saklanmaya çalışıyor, gözünden akan yaşlara engel olamıyordu.

Sedat’a vurgun iki kız gözleri ile onu takip etmişler, oturduğunu ve az sonra Elif’in de oraya doğru gittiğini görünce kısa bir kararsızlıktan sonra Sedat’ı o fakir kıza kaptırmamak için aceleyle sınıra doğru gitmişlerdi.

O kadar kısa sürede nasıl soyunup vücutlarının birbirine karıştığını daha anlayamadan, Sedat bir yandan koşuyor bir yandan da giyinmeye çalışıyordu. Traktörü acele ile römorktan ayırdı, ve köye doğru gaza bastı.

Diğer ameleler gelene kadar iki kız ayakta avazları çıktığı kadar bağırmaya devam ettiler. Elif de sanki kış günü ayazda kalmış yaprak gibi titreyerek sessizce ağladı. Elif’in annesi de çığlıkla uyanarak olay yerine gelenler arasında idi. Kızını yerde çırılçıplak kanlı giysilerinin arkasına saklanmaya çalışırken görünce, yerden aldığı bir çalı ile üzerine çullandı. Hiç güneş görmemiş bembeyaz tene inen ince çalı, her seferinde kıpkırmızı bir iz bırakıyor, yer yer kan damlaları titreyen bedenden aşağı doğru süzülüyordu. Yaşlı kadınlar araya girmese onu orada döverek öldürebilirdi.

Köy kahvesinde oturmakta olanlar Sedat’ın traktör ile hızla eve doğru geçtiğini, az sonra da otomobil ile köyün içinden tozu dumana katarak geçip gittiğini görmüşler, güler yüzlü gencin kapkara bir yüz ile kimseye selam vermeden gitmesine anlam verememişlerdi.

Az sonra kahveye Mustafa Ağa’nın bedeli geldi ve Elif’in babasına, Ağa’nın onu çağırdığını söyledi.

Daha sonra Mustafa Ağa’nın kardeşlerinden biri traktör ile tarlaya gitti, Elif ve annesini köye geri getirdi.

Bunun üzerine olay duyuldu. Elif’in babası başı önünde evine gitti. Hiç bir şey söylemedi, sormadı. Köşeye çekilip sessizce ağladı. Arada bir hışımla kızını döven karısına da karışmadı. Diğer köşede de Elif sessizce ağlıyordu. O gece o evde ne bir ışık yandı ne de yemek yendi.

Sedat’ı babasının evlatlıktan reddettiği söylentisine Mustafa Ağa cevap vermedi, Ağa’dan herkes çekindiğinden bu konu onun yanında zaten konuşulmadı, Ağa’nın evine girip çıkanlar, onunla sohbet edenler onun yanında oğullarından bahsedemez, çocuklarını sevemez oldular.

Mustafa Ağa anlı şanlı düğünlerle sünnet ettirdiği oğlunu, silahlar atarak askere uğurlayamadı. Sedat’ın İstanbul’da oturan amca’sının yanına gittiği konuşuldu, askere de oradan gitmişti.

Elif’in babasının Mustafa Ağa’dan kan parası aldığı anlaşıldı. Ağa bonkör davranmış hem para vermiş hem de Elif’in üzerine olmak kaydı ile köye yakın küçük bir tarlayı bağışlamıştı. Para kısa sürede kumarda ve şehirdeki meyhanelerde bitmiş, yine Elif ile annesinin beden gücünden elde edilen gelire muhtaç hale gelinmişti.

Elif, kadersiz Elif, o olaydan sonra sineklerin pisliğe üşüşmeleri gibi civardaki it kopuk Elif’e yılışmaya, sözle taciz etmeye başladılar. Elif hiçbir yere yalnız gidemez hale geldi. Bazen dağa inekleri sürmeye veya geciktiklerinde toplamaya gitmek gerekirdi. Bunu bütün genç kızlar yapardı. Elif yapamadı. Zaten sinik olan ruhu iyice sindi. Akranı diğer kızlar Elif’i dışladılar. Sedat onun yüzünden yoktu, ayrıca olaylar başka şekilde gelişse belki Sedat’ı bu kıza kaptıracaklardı. Elif’e düşman oldular.

O kadar sakınmasına rağmen birkaç defa it kopuk takımı Elif’i dağa kaldırdılar, Elif’in yokluğunu fark eden de olmadı zaten. Ailesi yüzlerine çalınan karanın Elif’in ölümü ile kalkacağını düşündüklerinden jandarmaya gitmediler, Elif birkaç gün sonra sessizce eve döndüğünde bir köşede ağlamak dışında bir şey yapmadı.

Yine bir seferinde kendisine saldıran it kopukla sessizce mücadele ederken şalvarında sakladığı kurban bıçağı ile saldırganlardan birini kasığından yaralaması üzerine olay duyuldu, bir daha taciz eden olmadı.

Mustafa Ağa şehre taşındı. Tarlada çalışacak insanlar başka köylerden getirildiler. Dört yıl sonra Sedat da geri döndü, takip eden bir sene içinde Mustafa Ağa gözbebeği oğlunu dengi birinin kızı ile evlendirdi.

Elif, Sedat’ın döndüğünü, evleneceğini, evlendiğini, erkek çocuğu olduğunu, çocuğa Mustafa adının verildiğini hep kendisine hala kin besleyen artık çoluğa çocuğa karışmış akranlarından öğrendi. Kendisinden beklendiği gibi davrandı. Sustu, içine attı, kimse ile konuşmadı, derdini paylaşamadı. Hayatın zalim davrandığı annesini önce kaybetti, sonra yatalak hasta olan babasına baktı. O da ölünce hepten yalnızlığa büründü.

Mutluluğu hayallerinde yaşadı, beyaz gelinliğe bir defa rüyasında büründü. Bütün kadınların kızdıklarında “geberesice”, sevdiklerinde ise “çoocuum” diye bağırdıkları çocuklara sahip olmak için neler vermezdi. Ah bide başında bir koca olsaydı. Hani babası gibi birine bile razıydı. Babası hiç değilse dövmezdi.

***

Sedat’ın o meşum gün tarladan köye döndüğünde babası ile aralarında geçen konuşma sır olarak kaldı.

- Buba ben bi bok yidim.
- Gözümün nuru, evimin direği diyver bubana ne oldu?
- Buba nefsime hakim olamadım, Elif’i iğfal ettim.
- Sen yapmamışsındır, gız seni baştan çıkarmıştır.
- Yok buba ben yaptım, evlenmem lazım.

Mustafa Ağa işte burada kendine hakim olamadı, gözbebeği oğluna bağırdı.

- Ben kapıma bedel bile almayacağım adamın kızını evime gelin almam.
- Ama buba, şuç benim, onunla evlenmem lazım.
- Bok yeme, sus. Şimdi Şehre git ilk kalkan otobüs hangisi ise ona bin, oradan da İstanbul’a git. Amcanın yanında kal, ben sana haber gönderene kadar sakın kimseye haber salma, geri dönme. Hadi uğurlar olsun.

Mustafa Ağa elini öpmek isteyen oğluna gönülsüzce baktı.

***

Bu olayın uzak tanığı bu satırların yazarı, roman olabilecek böyle güzel bir konuyu kısa bir öykü ile harcayarak yazık ettiğini düşündü, Elif için hiçbir şey yapamamış olmanın da ruhi azabı ile yeşil karasineklerden elde ettiği ev yapımı zehiri içerek intihar etti.

REFİK KOCABAŞ