Salı, Mart 15, 2005

TİİİİİKKKKKKKAAAYYYYTTTT

Evet, artık mantığın bittiğini verilen bu tekmil ile iyiye anladım. Benimle beraber orada bulunan, 300 civarında normal yaşamlarında asla o kalitede, renkte kıyafet giymeyecek ve zorunlu şap tedavisine gönülsüz razı olmuş silah arkadaşlarımın da kafalarına eminim içinde bulunduğumuz durum dank etmişti.

Gırgır’ın Gırgır olduğu zamanlarda başlıktaki tekmili karikatür olarak okur ve her seferinde gülerdim. Ama inanmazdım. Katıldığım ilk içtimada bu tekmile şahit oldum. Bu ilk tekmil, yaş ortalaması 30 olan acemi erlerin, 20 yaşındaki çavuşu tarafından o azametli göbeğe sahip olmak için uzun yıllarını harcamış, gedikli çavuşa verildi. Gedikli çavuş tarafından bölük subayına ve ondan da göbek ebatlarında gedikli ile yarışan Yüzbaşıya tekmil doğru olarak verildi. Bu tabi hemencecik bir çırpıda olmadı, olamadı, keşke olsaydı da o ayakta, uzun boş vakitlerde kendine eğlence olsun diye güzel Türkçe’mize yeni küfürler kazandıran beynim başka şeylerle meşgul olsaydı. Uzun zahmetler sonrası çavuş tarafından boy sırası, dörtlü sıra gibi duruma alışık olamayan insanlar hizaya sokuldular. Bölük zevatının kıpırdamaları yaş ve kültür farkını kabullenmiş çavuşun saygılı emriyle tabi ki engellenemedi, hatta durumu kabullenmekte zorlanan çok sayıda beyin, sabah ayazında sigara dumanı ile uyuşturuldular. İyi kötü hiza sorunu aşıldıktan sonra meşhur tekmilimizle gedikli çavuşumuzun emir ve görüşlerinize hazır olduğumuzu anladık. Tabi hiza vesaire gibi acınası durumumuzu gediklimiz beğenmedi. Çavuş bizim sayemizde sabahki olağan fırçasını yedi. Hadi bir daha yer değiştir filan. Bölük subayımıza tekmil, gedikli tarafından Türkçe kurallarına uygun olarak verildi. Yine biraz bekleme sonunda yüzbaşımız tekmili lütfen kabul etti. Sonra da o akıllara ziyan nutuk geldi.

Bizi dumur durumlarına sokan o ilk nutuk’un edebi yönünü tartışmaya başlamadan önce Türk erkeğinin olmazsa olmaz askerlik hatıralarını, biraz daha içtima olayı ile canlandırmak keyifli olabilir. Bundan sonraki içtima süreleri Yüzbaşının veya Üsteğmenlerin canlarının o sabah tekmil alıp almak istemeleri durumuna göre tekmil sayıları azalmakla beraber, bazen karla kaplı ayazlı sabahlarda yapılan içtimalarda verilen o ilk tekmil hiç değişmedi. İstisnasız her sabah gülümsedim. Özellikle ayazlı sabahlarda, olayın tamamını komik bulmalarım ise seyrekleşti.

İlk sabah yapılan içtima bir saatten fazla sürdü. Biz de öylece ayakta bekledik. Yüzbaşıya verilen tekmil sonrası, ilk nutuk dinlendi. Nutuk; daha sonraları şahit olacağım gibi eğitim ve kültür düzeyinin yüksek olduğunu gözlediğim insanlara göre değil, yurdumun ücra köşelerinden asker ocağına gelmiş, gözleri orada açılmış insanların anlayacağı düzeyde, tuvalet terbiyesi üzerine idi. Utandık, sıkıldık.

İçtima sonrası ilk kutsal görev. Mıntıka temizliği. Sonraki bir saat 300 iyi eğitim almış, 30 yaşına kadar askerden kaçabilmeyi başarma akıl ve becerisine sahip, paralı Mehmet Bey’lerin iki futbol sahası genişliğindeki araziyi bir saatte ortama aykırı çöpten arındırması ile geçti. Takip eden yarım saat ise yaptığı işten çok yorulan bedenleri dinlendirerek ve bir sonraki temizlik için mıntıkanın kirletilmesi için harcandı.

Arkadaşlıklar kuruldu. Bilardo, briç oynadık. Yürüyüş talimi (!) yaptık. Topçu marşımızı öğrendik. Güneşi gördüğümüz zamanlar, gözden uzak köşelerde bayıra karşı gönülsüz tedaviye tabi organlarımıza tedavi uyguladık, diğer bir diğer tabir ile yumurta kebabı yaptık.

Beni şaşırtan olaylar da oldu. 56 günlük askerlik boyunca sanırım 3 defa yemekhane görevi geldi. İlk görev akşam yemeği hizmetlerini görmek idi. Yemekten sonra bulaşıkları yıkayacağız. Birkaç manga birden bulaşığı aynı yerde yıkıyordu. Sanayi tipi bulaşık makinesi olmasına rağmen insanlar, türküler, marşlar eşliğinde bulaşığı elle yıkıyorlardı. Bizim bulaşık mangası da öncekilere imrenip öğrencilik yıllarında bolca bulaşık yıkamış olan benim bütün itirazlarıma rağmen bulaşığı elle yıkadılar. Hayatta bulaşık yıkamayacak koskoca adamlar orada neşe içinde vakit geçirdiler. Son derece basit olmasına rağmen işlevsel bulaşık makineleri da orada öylece paslandılar.

Hem komik hem de iğrenç bir olayı da yine yemek mangası olduğumuz sırada yaşadık. Bu sefer öğle yemeği idi. Yemeği dağıttık, sıra tabakları toplamaya geldiğinde arkadaşlar o canım kuru fasulye yerine lahmacun yemek istediler. Üç arkadaş para toplayıp pide fırınına yollandılar. Kalanlar da tabakları toplamak, masaları silmek, artan yemekleri dökmek gibi işleri yapmaya dağıldık. Birazdan pideye giden arkadaşlar döndü. Yemekhanenin kapısından girdiklerinde bağırdılar.

-Yemekler duruyo dimi?

Hayır durmuyordu, az önce yok edilmek üzere götürülmüşlerdi. Durumu kavrayan biri koşarak yemekleri dökmeye götürenlerin peşinden gitti. Pideciden gelenler durumu anlattılar. Pide kuyruğunda beklerken pide yapan askerlerden biri postalını pide tezgahına dayayarak çıkarmış, itina ile renginin yeşil olduğunu tahmin ettiğim çorabını da çıkarmış, sağ elinin işaret parmağı ile ayak parmaklarının aralarını kaşımaya başlamış, uzun kuyruk anında dağılmış.

İmhadan kurtulan kuru fasulye, tutuklu olduğu koca kazanın içinde, neşe içinde söyleşen gardiyanlarının arasında, yemekhanenin kapısından içeri girdi. Ancak ODTÜ yemekhanesinin nohut ile dönüşümlü Pazartesi gününün mutat yemeği kuru fasulyenin kadim dostu hoşaf için geç kalınmıştı.

Yine bir içtima ve mıntıka temizliği sonrası bize civardaki kesikleri temizlettiler. Askerdeki tek kavgamı orada yaptım. Birileri kesiğin içine girmiş ellerinde çapa ve küreklerle çalışıyorlardı. Çalışan üç kişi var ise belki de 10 kişi civarda uzanarak çalışanlara yardım ediyorduk. Çalışmama sebebimiz malzeme eksikliği idi. 10-15 kişiye bir kürek ve bir çapa. Ne kadar öyle durduk bilmiyorum, üst kısmını çıkararak işe kendini fazlasıyla kaptıran çapa ile çalışan arkadaş, birden bağırarak kesiğin içinden çıktı ve uzanmış kebap işi yapan bizlere küfür etmeye başladı. Efendim o çalışırken biz yatıyormuşuz. İftira. Biz o esnada günlük E vitaminimizi alıyorduk. Ben doğruldum, küfür etmekle ayıp ettiğini, eğer yoruldu ise bunu daha makul bir şekilde söyleyebileceğini dile getirdim. Üstü çıplak herküle benzeyen arkadaşımız hızını alamayıp üzerime yürüdü, erkek isem onunla ileriye gidip kozumuzu paylaşmamızı söyledi. Benim de tepem attı. O güne kadar tükettiğimiz kilolarca şaptan sonra ne onun ne de benim “erkeklik” durumumuzun tartışmalı olduğunu, ayrıca aptalca bir sebepten dolayı kimseyle kavga edip bir kara deliğin cazibesine kapılmış gibi sünüp uzayan zamanı hapis ile birkaç gün daha uzatamayacağımı söyledim. Tam böyle olmasa da benzer kelimeleri sarf etmiş olacağım ki grup gülmeye başladı, olay tatlıya bağlandı.

Askerlik zamanı; dışarıdaki hayatın suyun duştan tazyikle akmasını takiben kışlanın kapısından girdikten sonra küvette aniden durulması gibi geçti gitti. Tezkere sonrası yine eski hızına kavuştu. Acaba hangisi doğru?

REFİK KOCABAŞ