Cuma, Mart 25, 2005

DON QUİJOTE OLMAYAN ADAM


Orhan Pamuk "Bir kitap okudum, hayatım değişti" demiş, hangi kitabı okuduktan sonra hayatı değişti bilmiyorum, merak da etmiyorum; ama benim hayatım Don Quijote'yi okuduktan sonra değişti.

Perişan durumdayım. Aşık oldum. Hem de sırılsıklam. Biliyorum, “kırkından sonra azanı teneşir paklar” diye düşünüyor olabilirsiniz, buna kızmam ve kırılmam; ama ne yapayım, elimde değil. Ardarda gelen bir çok rastlantı buna sebep oldu.

Birincisi rastlantı çok az televizyon seyretmeme rağmen beş on yıl kadar önce bir akşam kanallar arasında gezerken Yaşar Kemal'le yapılan bir söyleşiye rastlamam oldu. Adana'da geçen çocukluğunu ve kitap okumaya nasıl başladığını anlatıyordu.

Aklımda kaldığı kadarıyla kırklı yılların başında Abidin Dino'nun ağabeyi Arif Dino Adana'da sürgündeymiş ve Yaşar Kemal ondan okumak için kitap istemiş. Sonra bir gün Arif Dino Yaşar Kemal'e "gel, senin için İstanbul'a sipariş ettiğim kitaplar gelmiş" demiş. Birlikte Adana garına gidip trenle gönderilen kitap dolu koca bir sandığı almışlar. Yaşar Kemal sandığı sırtlamış, sevinçle odasına gelmiş. Üstat "eve gelince sandığı açtım" diye anlatıyordu, "saydım, benim için yüz tane kitap seçmişti ama içlerinde üç takım Don Kişot vardı. Ertesi gün ikisini Arif Dino'ya götürdüm 'bunları fazla göndermişler, al başkasına verirsin' dedim. Arif Dino bana 'ben senin için bilerek üç takım Don Kişot sipariş ettim, birini eskitince diğerlerini okursun. Don Kişot öyle bir romandır ki hayatının sonuna kadar defalarca okuyacaksın, her seferinde farklı bir tad alacak, yeni güzellikler keşfedeceksin' dedi" diye anlatıyordu.

Ben çaktığım derslerin kitapları dışında hayatımda hiç bir kitabı iki kere okumamış biri olduğum için bu söylediği bana çok ters gelmişti. Yine de Don Quijote'u "belki emekli olunca okurum, bulunsun" düşüncesiyle satın alıp kütüphaneye koymuştum.

İkinci rastlantı edebiyat klübü toplantımızda "bundan sonra ne okuyalım" diye sorulduğunda çenemi tutamayıp Cervantes yılı dolayısıyla Don Kişot okuyalım önerisinde bulunmam, bir kaç kişinin desteklemesi ve araştırma işinin üzerimde kalması oldu. Bu 900 küsur sayfalık kitabı artık okumak zorundaydım.

Büyük bir görev aşkıyla Don Quijote'u okumaya başladım. Yine yıllar önce bir kitapçıyı dolaşırken aklıma esip aldığım ama okuyamadığım, adı aklımda "Don Kişot'u Doğru Anlamak" olarak kalan ama yazarının kim olduğunu hiç hatırlamadığım kitabı bulamadım. Bunun üzerine Jale Parla'nın İletişim Yayınlarından çıkan “Don Kişot'tan Günümüze Roman" isimli kitabını aldım.

Üçüncü ve iyi bir rastlantı Can Yayınlarında yapılan ve Jale Parla ve Murat Belge'nin konuşmacı olarak katıldıkları toplantı oldu. Çok faydalandım, merakım daha da arttı.

Benim ne ciddi, ne asık suratlı biri olduğumu herkes bilir, kime sorarsanız sorun. Kolay kolay gülmem. Don Quijote'un birinci cildini yarılamıştım ki birden, çok çok uzun zamandan beri ilk kez kahkahalarla, gözlerimden yaşlar gelerek güldüğümü ve okuma sırasında bunun bir çok kez yinelendiğini farkettim.

Söylendiğine göre İspanya kralı Filip ve maiyetindekiler bir gün dolaşırken kaldırıma oturmuş bir şeyler okuyan bir adamın kralı saygıyla selamlaması gerekirken deliler gibi güldüğünü görmüşler. Adamı ikaz etmek isteyenlere Kral Filip "bırakın" demiş, "ya delidir ya da Don Kişot'u okuyordur."

İşte o günlerde segâh makamında bir şarkının durup dururken dilime yapıştığını fark ettim. Yolda yürürken, internette sörf yaparken, duşta, ilgili ilgisiz her yerde kendi kendime bu şarkıyı mırıldanıyor ya da ıslıkla çalıyordum. "Aşkın o sihirli elini hisseder gibiyim. Kederli olamam ben artık, gülerim, neş'eliyim. Dünya ne güzel, sevmek ne güzel, sevilmek ne güzel. Ne tatlı şey yaşamak. Artık beni de anlayacak, çok seven biri var" diye gider, mutlaka kulağınıza çalınmıştır.

Evet, hiç kuşkum yoktu, aşık olmuştum. Kime aşık olduğumu henüz bilmiyordum ama aşık olduğum kişinin şimdi birlikte olduğum arkadaşım olmadığım kesindi. O, Don Quijote'u okumadığı gibi bütün ikna çabalarıma, yalvarıp yakarmalarıma rağmen okumayı ısrarla reddetmiş ve böyle tuğla gibi bir kitabı hiç bir zaman da okumayacağını kesin bir dille söylemişti.

Bana göre bir kadın erkek ilişkisinde önemli olan aşktır. Farklı din, mezhep, milliyet, ırk ya da sınıftan, aynı şekilde, farklı eğitim ve kültür düzeyinden ya da aralarında büyük yaş ya da gelir düzeyi farkı olan bir kadınla bir erkeğin birbirlerini sevebileceklerine, mutlu bir beraberliği bir ömür boyu yürütüp aynı yastıkta kocayabileceklerine bütün kalbiyle inanan biriyim ben. Ama biri Don Quijote'u okuyan, diğeri okumayan iki kişi bir yaşamı nasıl paylaşabilir ki? Aklınız alıyor mu? Hazreti Muhammet bile ne demiş? “Hiç bilenle bilmeyen bir olur mu?” Eminim Don Quijote’yi kastetmiştir.

Bir ilişkiyi bitirmek bana hep çok zor gelmiştir, hiç bir ilişkimde "ben gidiyorum" diyebilecek kadar katı ya da cesur olamadım ama bunun önemi yoktu. Çevirmenlik yapmama bile sinirlenen, durmadan "doğru dürüst bir iş bul! Para kazan!" deyip duran ve her gün beni bırakmakla tehdit edip ruhumu sıkan bir kadına, alay edercesine, Don Quijote'u okuduktan sonra kendini kaptırıp Jale Parla'nın kitabını, sonra Cervantes'in etkilendiği düşünür olduğu için Erasmus'un "Deliliğe Methiye"sini okuyan, Carlos Fuentes'in yazdığı önsözü okuyabilmek için Tobias Smollet tarafından İspanyolca'dan İngilizce'ye çevrilen ve Modern Library'den çıkan Don Quixote'yi Pandora'da bulup alan, önsözü okuduktan sonra çok beğenip hiç bir yerde yayınlanmayacağını bildiği halde oturup bir de Türkçeye çeviren, evinde kitap koyacak yer kalmadığı ve kredi kartlarının asgari ödeme tutarını zar zor ödeyebildiği halde Jale Parla'nın karşılaştırmalı edebiyat kitabında adını zikrettiği bir çok kitabı satın alan bir adamı zaten kapının önüne koyması çok yakındı.

Yine patırtı koptuğunda ona klasik müzikte Mozart’ın Jüpiter senfonisi neyse edebiyatta da Don Quijote’nin o olduğunu, onun kadar mükemmel, öncü, büyük, önemli bir eser olduğunu, onu okumamanın büyük bir kayıp, büyük bir eksiklik olduğunu, sadece bana göre değil bir kaç istisna dışında tüm yazarların da aynı düşüncede olduğunu, Norveç kitap klüpleri federasyonunun 22 ayrı ülkeden dünyanın en önemli 100 yazarı arasında yaptığı ankette Don Quijote’nin kendisine en yakın romandan yüzde elli daha çok oy olarak birinci seçildiğini, söyledim. Bir işe yaramadı.
Ne inatçı kadına çatmışım. İyi ki evlenmemişim. Hakim “neden boşanmak istiyorsun?” diye sorduğunda “Don Quijote’yi okumadığı için efendim” dersem ne derdi acaba? Don Quijote’yi okumuş bir hakim ise ilk celsede boşayacağına adım gibi eminim. Hem kadınlar “kocalık vazifesini yapmıyor efendim” deyip kocalarını rezil ettiklerinde hakimler şak diye bir celsede boşayıp en ağır nafakayı da bağlamıyorlar mı?

Jorge Luis Borges'in "Don Quixote yazarı Pierre Menard" isimli öyküsünü çok beğenip ona okuduğumda bana ters ters bakışından onunla artık ayrı dünyalarda yaşamaya başladığımızı anlamıştım.

Ona söylemeye çalıştım: "bak" dedim, "Jale Parla yazmış. 216-218 sayfalarda. Ben de 1973'de okuduğumda üzerinde durmamış, o zaman önemini kavramamışım. Yoksa ben de don Kişot’u hemen okurdum. Dinle, Oğuz Atay Tutunamayanlar'da ne demiş:"

'Yitik metinlerin peşindeki arayışın her kademesinde Turgut Özben'in çevresine yabancılaşması artar. Artık evde bile çok az konuşmakta, bütün diyaloglarını Olric'le sürdürmektedir. Gündelik zamandan gittikçe kopmaktadır. .... Ve en derin kaygılarını ancak Olric'le paylaşabilir:

Ben Turgut'um Olric. Turgut Özben. Ölmekten mi korkuyorsunuz efendimiz? Bilmiyorum Olric. Büyük bir karışıklık ve belirsizlik seziyorum. Yaşantılarıma verdiğim eski anlamlar birer birer kaçıyor. Yeni anlamlar veremiyorum kelimelere. Ben Selim değilim Olric. Selim romanları okuya okuya Selim'liğe özenen bir Don Kişot olmaktan korkuyorum. Don Kişot bir soyluydu efendimiz. Kendisine büyük saygım vardır. Onun gibi birine hizmet etmekten şeref duyardım. Bütün savaşlarına gönüllü katılırdım. Bütün düşmanları, insana bu güzel hayatı zehir eden bütün kötü hayalleri toz ederdim onunla birlikte olsaydım efendimiz. Yalnız güzel hayallerin yaşamasına izin verirdim; bütün hayallerin yalnız güzel olduğunun düşünülmesine, böyle yorumlanmasına izin verirdim. Ben daha Don Kişot'u bile okumadım Olric. Kendimden utanıyorum.' (379)

Sonradan Turgut Özben Don Kişot'u okumaya başlayınca, hem yazarlık serüvenine ilk adımını atacak hem de Olric metinselleşmiş okur olarak bu serüvenin her adımında ona eşlik edecektir. ....

Dördüncü ve son bölümde Turgut Özben nihayet evini, işini ve burjuva yaşamını terkeder. Yola çıktıktan sonra yaptığı ilk iş Don Quijote'yi okumaya başlamak olur. Bir portre olarak resmedilen bu an yazarın karakterini gözetlediği andır:

'Eski yolda kalmış bir kilometre taşının yanından ayrılan bir yolun başında, bir tabelanın üstünde bir köy adı vardı. Bu toprak yola saptı ve yolun yanından yavaşça tarlalara inerek suyun ağaçlar arasında kaybolduğu yere geldi. Durdu, arabadan çıktı; portatif iskemlesini çıkardı; arka kanepeden Don Kişot'u aldı, iskemleye oturdu, sırtını arabaya dayadı; okumaya başladı.' (535).

Yeni bir yaşama başlarken okuduğu ilk metnin Don Quijote olması elbette rastlantı değildir."

Bu metin de hanımefendiyi Don Quijote'u okumaya ikna etmemi sağlamayınca kararımı verdim. Ben de yeni bir aşka, yeni bir yaşama başlayacaktım.

Hayatımı adayacağım yeni sevgilim kim olacaktı? Don Kişot'laşıyor muydum yoksa? Okuyanlar onun Dulcinea'sını nasıl seçtiğini biliyor. Evet, hemen buldum, benim Dulcinea'm ancak bir kişi olabilirdi: romanın çevirmeni Roza Hakmen! Don Quixote’un seçtiği sevgilisi bir köylü kızı diye benimkinin de bir köylü kızı olması gerekmiyor ki! Bu kadar güzel bir Türkçe, bu kadar akıcı bir dil! Hayran olmamak mümkün değil! Bu kadar mükemmel bir çeviriyi yapmak ancak bir şekilde mümkün olabilirdi: Sevgi! Bu çevirinin sevgi katılarak yapıldığını hemen, daha ilk sayfalarda anlamıştım. Tüm kitapta bir tek yerde farklı bir sözcük kullanmasının daha iyi olacağını düşündüm. Orada "espri" yerine "nükte" sözcüğü bence daha iyi otururdu. Ama kim bilir, belki halı dokuyan kızların halıcılık geleneğindeki "kusursuzluk Allah'a mahsustur" kuralı gereğince halının bir yerinde motifin simetrisini bilerek bozmaları gibi bir düşünceye kapılmış olabilir. Halı benzetmesi de nerden çıktı demeyin. Smollett Don Kişot’u İspanyolca’dan İngilizce’ye tam yedi yılda çevirebilmiş. En çok Sancho Panza’nın ardarda sıraladığı atasözlerinde zorlanmış. Çünkü İngilizce’de benzer atasözleri yokmuş. Roza’cığım o işi de ne güzel çözümlemiş.

Evet, üstelik Roza ile üniversitede aynı bölümde okumuşuz. Ben mezun olurken o birinci sınıftaymış. Kemal tanıyor. Evli mi, bekâr mı bilmiyorum, ama inşallah bekâr veya duldur, halihazırda bir takıntısı yoktur. Onu Don Quijote'un Dulcinea'yı sevdiği kadar çok sever, hayatımı ona adarım. İzmir'de yaşıyormuş. İzmir'i çok severim, hemen taşınabilirim. Ne güzel, Alsancak'ta birinci kordonda körfez manzaralı büyük bir daire tutarız, aynı çalışma odasını paylaşırız, ben ekonomi, tarih ve siyaset kitapları çevirirken Roza da salonun diğer köşesinde güzel Türkçe'siyle Proust'larını ya da diğer dev eserleri çevirir. Venedik Pizza'ya, Günter'e telefon eder pizzalarımızı eve getirtiriz. Vakit kaybetmemek için. Çeviri yapmadığımız her dakikamızı Don Quijote konuşarak geçiririz. Çeşme'de deniz kenarında bir yazlık alırız. Yaz aylarında çeviri yapmaz Don Quijote konuşuruz. Belki bir Temmuz günü İspanya'ya gider ve Don Quijote'un izlediği tahmin edilen güzergâhı izler, Don Quijote ile Sancho Panza'nın serüvenlerini, yaşandıkları mekânlarda yeniden okuruz. Sonra İzmir Cervantes Derneği gibi bir dernek kurar, Cervantes araştırmaları yaparız. Büyük ve kapsamlı bir web sitesi hazırlar, konuyla ilgili her türlü makaleyi yayınlarız. Don Quijote'nin daha iyi anlaşılmasına yardımcı oluruz. İnsanları Don Quijote okumaya ikna etmeye çalışırız. Don Quijote seminerleri düzenleriz. Tüm Don Quijote çevirilerinin, Don Quijote ve Cervantes üzerine yazılmış tüm kitap ve makalelerin ve Don Quijote'den etkilenmiş tüm yazarların eserlerinin bulunduğu dev bir kitaplık kurulmasına çalışırız. Don Quijote severler çoğaldıkça Roza ve benim de mutluluğumuz artar. Don Quijote okuyan, seven ve anlayanlar çoğaldıkça dünya daha barışçı, daha güzel, daha mutlu bir dünya olur. Neden olmasın?

Yanlış anlamayın. Bir konuyu açıklığa kavuşturmam gerekiyor. Don Quixote okudukça deliriyor, gerçekle hayali birbirine karıştırıyor olabilirim, ama ben Don Kişot’laşamam, değilim, olamam, olamazdım, daha önce olmadım, bundan sonra da olamam. Olamayacağımı daha önce de çok iyi biliyordum. Murat Belge üstat bile hayatı boyunca bir tek Don Kişot tanıdığını söylüyor. O kim miymiş? Yanıtını Tarih ve Toplum dergisinin Ocak sayısında bulabilirsiniz. Ya da Çarşamba akşamı hatırlatın, söyleyeyim.

ERDAL YÜZAK