Salı, Haziran 28, 2005

YALNIZ BİR HAFTA SONUNDAN DAHA İYİSİ YOKTUR..
Telefon çalar. Kadın açar. Konuşur. Kapatır.
-- Hayatım üçtür arıyor annem. Gelmeyecek misiniz diye soruyor.
-- Ben de üçtür çocukları alıp gitsen olmaz mı diyorum sana.
--Hadi yapma altı aydır görmüyoruz. Bilirsin seni öz oğlundan çok sever. Hem çok sıkılmış kadıncağız bir başına. Gidelim işte, bize de bir değişiklik olur.
--Oooof, off!
Kadın burnunu çeker.
--Zaten şurda kaç günlük ömrü kaldı ki anneciğimin. Çocukların bir anneannesi var hayatta. Onu da göremiyorlar.
Burnunu yine çeker.
--Yahu kadın bırak duygu sömürüsünü.. Gitmek İS-TE-Mİ-YO-RUM. Size gitmeyin demiyorum ki beni al kızları git, gör anneni, hasret giderin. Ne zaman isterseniz çıkar gelirsiniz. Beni bir hafta sonu için yorma. Çok yoğunum bu aralar.. beni bulaştırma.
Kadın homurdanarak odadan çıkar. Adam Akçaabat Sebat Spor- Çaykur Rize maçını açar. Biraz sonra kızlar gelir el ele. Altı yaşında, sapsarı saçları iki yana örülmüş, tombiş yanaklarında sevimli çiller olan ikizlerdir. Boyları tam yüz santimetre. Anneleri hep beyaz giydirir onları. Onlar da çok severler beyaz elbiselerini.
İkisi bir ağızdan;
--Babacığım sen de bizimle Ankara’ya gelir misiiiin?
Adam bağırır; -a-‘ya vurgu yapıp, -e-‘yi uzataraktan.
--Ayteeen!
--Valla ben bir şey söylemedim. Kızların seni istiyor.
--Tamam çiçeklerim, siz şimdi yatın., yarın yemekte konuşuruz bunu.
-- Ama babaaa...
--Melekleriiim.
--Tamam baba.
El ele odadan çıkarlar, fısıltılar gelir içerden.
Adam söylenir.
--Ulan amma tantana yaptılar be! Bir allahın günü de rahat rahat maç izleyemeyecek miyiz şu evde.
Ertesi gün akşam olur.
--Hayatım ben karar verdim, gidiyorum anneme. Çocukları da alıyorum. Sen ister gel, ister gelme. Hmph!
--Yemek hazır mı?
--Hazır canım. Zeytinyağlı pırasa ve semizotu salatası yaptım.
Adam tek kaşını kaldırıp pis pis bakar. Kadın keyifle sırıtır.
--Aç değildim zaten
Kadın kapıdan çıkarken adam onun kalçalarına bakar. Gülümser. “Şu huysuzluklarını bile çok seviyorum” diye düşünür.
--Eee bilet ayırttın mı?
--Bugün ayırttım. Yarın bizi bırakırsın. Sonra da evinle baş başa kalırsın.
--Yapmaaa!
--Sen yapma. Hadi elini yıka da masaya gel.
--(Sanki söylemese yıkamayacağız..) Olur canım.
Hep beraber yemek yerler. Kızlar;
--Baba, anneannem bize kırmızı babet ayakkabı almış, gidince vericekmişş.
--Ne güzel.
--Bir de Kuğulu Park’a götürecekmiş bizi, kuğuları seviceez.
--Kız siz zaten kuğusunuz, bebeklerim. Hadi bakalım susun da çeneniz yemeye çalışsın. Yoksa o kuğular sizi katır kutur yeer.
Kızlar kıkırdar.
Kadın,
--Bak hayatım, ne olur eve dikkat et biz yokken. Mutfakta kirli bir şey bırakma yoksa böceklenir. Salonun kapısını açık bırakma. Tozlanıyor. Bahçeye mutfak kapısından çık, salondan değil.
Adam duymazlıktan gelir;
--Hadi meleklerim, bitirdiyseniz doooğru banyoya ellerinizi yıkamaya. Elinizi yıkamadan yatarsanız ne olur?
--Gece fareler parmaklarımızı yeer.
--Aferin size.
Kadın,
--Ekmekleri de açıkta bırakma kuruyor. Dolaba koy.
--Yahu tamam. Ben hiç yalnız yaşamadım mı sanıyorsun. Hadi sen kızlarla banyoya git de bak bakalım yıkadılar mı ellerini.
Kadın gider. İçerden bağırır az sonra;
--Metiiiin! Kaç kez söyledim sana şu traş takımlarını kaldır ortalıktan diye. Kızlar siz de bırakın o jileti , bir tarafınızı keseceksiniz.
Adam mutfağı biraz toparlar. Sonra çocukların odasına gider.
--Meleklerim yarın yolculuğa mı çıkacakmış. Heyecanlı mısınız bakalım?
--Eveet..
--Baba! Annem diyor ki, o olmasa sen bu evde kokarmışsın.
--Anneniz halt etmiş. Ben okuldayken altı yıl yalnız yaşadım. Hiç de kokmadım. Evim mis gibiydi. (Ne günlerdi bee)
--Hiç sıkılmaz mıydın o zaman?
--Yoo.Siz de on sekiz yaşına gelin. Üniversiteye gidin. Yurtlarda sekiz kişinin osuruk kokusuyla uyuyun, siz de yalnız kalmak istersiniz o zaman.
Bu kez kadın –e-‘ye vurgu yapıp –i-‘yi uzataraktan,
--Metiiiiin, duyuyorum bak.
Kızlar el ele tutuşur.
--Baba biz hep beraber yaşıycaz. Hiç ayrılmıycaz. Böylece yalnız kalıp sıkılmıycaz.
--Peki bir tanem. Hadi yatın artık.
Ertesi gün yolculuk saati gelir. Adam onları arabayla gara götürür. Bindirir. El sallar arkalarından. Keyifle gardan çıkar. Çok sıkılmıştır artık. En yakın markete girer. Bir sürü cips, kuruyemiş, bira, mangal sucuk, kömür alır. Akşam cips-bira-maç, sonra da bahçede mangal-sucuk-film yapacaktır.
--(Ayten olsa ne kızardı. Yok efendim “Komşuları rahatsız etmeye ne hakkımız varmış.” Ulan mis gibi sucuk kokusu, nesi rahatsız edecek. “Mangalı git piknikte yap.” Eee niye bahçeli evde oturuyoruz. “Çocuklar için”. Peki.)
Adam keyifle eve gelir. Salonun bahçeye açılan kapısını ardına kadar açar. Televizyonu sehpasıyla birlikte iyice yaklaştırır kapıya. O ara kablolar çıkar halının altından.
--“Metin, sakın salon tozlanmasın” mış.
--Temizlikçiye niye para veriyoruz kardeşim!
Bahçedeki koltuğa kurulur. Maç başlar.
--Oh be. Yalnız bir hafta sonundan daha iyisi yoktur...
--Evvet olum..Hadi..Koş! O gol kaçar mı bea!
--Ulan faulü görmedin mi! Gözüne gözlük tak!
--Maç keyfimizin de içine ettiler be.
Maç biter. Mangalı getirir. İçine biraz kömür biraz çıra. Tutuşturur. Çatır çatır yanmaya başlar. Kıvılcımlar ateş böceği misali karanlıkta çimlerin üzerinde yükselir. Sonra söner.
Sucukları keyifle şişlere takar. Zevkle pişirir. Sonra yarın ekmeğin içine tepeleme doldurur. Tekrar oturur koltuğuna
--“Metin. Akşam sekizden sonra yemek yemek çok sağlıksızmış!” Yok yaa!
Televizyonu açar:
--Flaş..Flaş.. Flaşş. Sayın seyirciler Pamukova ilçesine bağlı Mekece köyü yakınlarında Cambazkaya mevkiinde, Bilecik sınırına iki kilometre kala saat 20.00 sıralarında İstanbul’dan Ankara’ya hareket eden hızlandırılmış tren, raydan çıktı ve şiddetle sağa sola savrulmaya başladı.
Henüz hangi nedenle meydana geldiği belirlenemeyen kazada trajik görüntüler yaşandı. Şu ana kadar 137 ölü olduğu bize gelen bilgiler arasında. Muhabirimiz şu anda olay yerinde.
--Sayın seyirciler ölenleri büyük çoğunluğunun birinci ve ikinci vagonda bulunduğu ifade ediliyor.
Kameralar ikinci vagona zum yapar. Ekranda beyaz elbiseleri kırmızıya bulanmış iki kız çocuğu görünür el ele..
Saatler geçer
--Elimize ulaşan son bilgiye göre ölenlerden kimliği belirlenenlerin isimleri şöyle:
Ahmet Tomruk
Melike Tembellitaş
Hüseyin Kılıç
Ayten Koç
Serap Koç
Seray Koç
Film kopar....
--Yalaaaaaaaaaaaaaaaaan!
Bazen yalnız bir hafta sonundan daha iyisi olabilir..
Esra Kendir

Cuma, Haziran 24, 2005

GİTME ZAMANI

Gidiyordu. Bilmediği karanlık bir yolda, gecenin artığı bir kaldırımda, hızlı ama koşmadan, emin adımlarla ama bilmeden, görerek ama bakmadan gidiyordu. Göz göre göre gidiyordu.

Arkasından koşuyorum. Yetişemiyorum. Öyle hızlı ki! Buraları bilmez ki! Nereye gidiyor? Ne oldu? Neden gidiyor?

Gidiyordu. Emir büyük yerdenmişçesine, gözleri bakmadan, gidiyordu.

Bilirmiş gitme zamanını. Yalnız olmak istermiş giderken. Gidişini kimse görmesin istermiş. Bilirim de inanamam. Bu gidiş, o gidiş olamaz! Koşuyorum. Korkuyorum. Acı çekiyor, biliyorum.

Gidiyordu. Acı çekiyordu. Arkasından gelen ses uzaktı. Kaldırımda çöp karıştıran kedi uzaktı. Giden o muydu? O nerdeydi? Varla yok arası bir sokakta, gözden kayboluverdi.

Korktuğum oldu işte! Kayboldu. Bu sokak burada var mıydı?

Bilinmez bir sokağın sonunda, bilinmez bir evin, bilinmez bahçesine girdi. Yanlış yapmıştı, bilmeden kapana dalmıştı, kaçacak yeri kalmamıştı. Kapan olan bahçede bir o yana, bir bu yana dağılırken parça parça, gidemiyordu. Acı çekiyordu. Yorulmuştu. Gidemiyordu.

Gidemez! Gitmesine izin veremem! Acı çekiyor. Onu bırakamam. Sarılıyorum. Gitmesin diye yalvarıyorum. Korkuyorum. Acı çekiyorum. Kaybetme dehşeti sarmış dört yanımı; herşeyi yaparım diyorum. Diren, diyorum, bak, topluyorum bütün parçaları. Beni bırakma, diyorum.

İlk değil bu gidişi! Korkup kaçmıştı bir kez. Bir gün, bin gün olmuştu. Güvenemeyip döneceğine, aramıştım heryerde. Dönünce, katlanmıştı sevgimiz, kalsa da izi korkunun.

Gidemez! Kalması için herşeyi yaparım.

Gidemiyordu. Koşulsuz severdi. Koşulsuz teslim oldu. Kalacaktı.

Gitmedi. Kaldı. Acım ağır basmıştı.

Onca yolu gitmişken, hergün bir adım, her adım için yalvara yalvara, döndürdüm onu geriye. İstediğim olmuştu. Olmaz denilen olmuştu. Çok isteyince, zorlayınca, olmuştu işte. Gitmemişti, dönmüştü.

Kalan o muydu? Bedeni içi boşaltılmışçasına geziniyordu. Gözleri bakıyor ama görmüyordu. Tanıdık bir ışık parlıyorduysa da zaman zaman, o bir yabancıydı artık. Çok istendiği için kalmıştı ama, gitmekteydi aklı.

Aklı gitmekte, biliyorum. Gözleri renksiz, bakışları uzaklarda...Bıraksam gidecek, hissediyorum. Gözüm üstünde, bırakmıyorum.

Zaman unutturuyor korkuları. Gözleri parlayınca arasıra, gitmeyi unuttu sanıyorum. Bırakıyorum kendi haline. Gitmez diyorum. Salıveriyorum hatta.
Gözümü ayırıveriyorum bir an! Ve o bir an, arkamı döndüğümde, sesler duyuyorum:

Gidiyor, diyorlar.

Gidiyordu! Bu kez kesin kararlı!

Bu kez gidiyor! Kaçmadı, bekledi. Vedalaşmak istedi. Sarıldım, gitme, dedim. Gözü değdi gözüme. En sıcak, en tanıdık bakışıyla, bu kez bırak dedi, izin ver de, gideyim.

Kucağımda sıcaklığı, gözümde o yalvarışı, avcumda bir tutam toprak kaldı.

VİLDAN ERTÜRK